Avrupa Ve Turkiye: İlüzyonun Sonu
Gilles Pargneaux, Alon Ben-Meir, and Arbana Xharra
Putin, Erdoğan ve Ruhani arasında 4 Nisan’da Ankara’da gerçekleştirilen zirve, 2018’de hızla değişen uluslararası jeostratejik rekabetin boyutlarını ortaya koymuş oldu. Yedi yıldan uzun bir süredir küresel gündemin merkezini işgal eden Suriye çatışması, şu anda Rusya, Türkiye ve İran olmak üzere üç aktörün ellerine kalmış gibi gözüküyor. Avrupa, bu jeopolitik ortam karşısında tuhaf ve beklenmedik bir biçimde çaresiz bir görünüm arz etmekte ve durumun sonuçları doğrudan Batı ittifakını ilgilendirmektedir.
Bu noktada, Türkiye’nin konumu oldukça endişe vericidir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın korkunç insan hakları ihlalleri, bölgesel hırsları, Türkiye’nin İslamlaştırılması, Türkiye’deki Suriyeli mültecilerin suiistimal edilmesi (onların Avrupa’ya karşı politik bir araç olarak kullanılması) ve son olarak Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi, AB’nin Türkiye ile ilişkilerini derhal gözden geçirmesini gerekli kılmaktadır. AB’nin ulusal güvenliği üzerinde doğrudan etkisi olan değişen bölgesel ve uluslararası jeopolitik boyut dikkate alındığında, bu ilişkinin yeniden tanımlanması önemli bir zorunluluktur.
Avrupa ve Batı İçin Kötü Haber
AB’nin Rusya, İran ve Türkiye arasındaki müzakerelerden dışlanmış olması, AB ve Batı için genel olarak kötü bir alamettir. Ne var ki, bu durumun ortaya çıkmasında suçun büyük kısmı, AB katılım sürecine girmiş olmasına rağmen, Erdoğan’a yurt içinde ve yurt dışında AB’nin uluslararası çıkarları ve demokratik ilkelerine tamamen karşı politikalar izlemesine izin verdiği için özellikle AB’ye aittir.
Ankara-Tahran-Moskova ekseni, gittikçe büyüyen üçlü ekonomik-askeri ilişkilerle belirginleşmektedir. Ankara’nın Rus S-400 hava savunma füzelerini satın alması ve Rus şirketi Rosatom’un Türkiye’de nükleer enerji santrali inşası, iki taraf arasındaki derinleşen bağları yansıtan sadece birkaç örnektir. Ankara’daki zirve Erdoğan’a, kendisini “Müslüman dünyasının lideri” olarak göstermesi için gereken platformu sağladı. Bu zirveyle, “troika ittifakının” Batı’nın Suriye’nin sorunlarını çözme girişimine ihtiyacı olmadığı yönünde Batı’ya açık bir mesaj gönderilmiş oldu.
AB, bu mesajın olası sonuçları ve etkilerini küçümsememelidir. Mesaja gereken karşılığın verilmemesi, Batı’nın Ortadoğu’daki bölgesel müttefikleri üzerinde ciddi etkiler doğuracaktır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun yeniden inşası ile yeni Türk stratejik derinliği arasında
2016’da Türkiye’de sahnelenen başarısız askeri darbe girişimi, Erdoğan’ın otoriter rejimini daha da güçlendirdi. Erdoğan’ın “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirdiği darbe girişimi, onun gerçek ya da sanal düşmanları olan basın, akademisyenler, Kürtler ve Gülencilerle ilişkisi bulunduklarından şüphelenilen herkese karşı saldırıya geçmesine bahane oluşturdu.
Erdoğan bunu, Türk Anayasasında yapılan değişikliklerle ve (küfürle suçlanmadan sorgulanamayacak) İslam’ın Türkiye’nin yeni ulusal kimliği olarak kullanılmasıyla gerçekleştirdi. Erdoğan’ın açık hedefi, Türkiye’nin Kemalist – laik, demokratik doğasına doğrudan aykırı olan ve kesinlikle Batı değerleri ile çelişen bölgesel bir neo-Osmanlı iktidarını yeniden inşa etmektir.
Eski Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun öngördüğü “komşularla sıfır sorun” politikası, çoktan terkedildi. Bugün Türkiye her komşusuyla problemler yaşamakta ve bu, bölgede stratejik derinlik kazanma hedefi güden Erdoğan’ın Türkiye’nin nüfuzunu ve İslami doktrinini komşu devletlerin birçoğunda yayma konusunda ısrar etmesinden kaynaklanmaktadır.
Yeni bir AB-Türkiye ilişkisi perspektifi
Türkiye’nin otoriter ve stratejik dönüşü, AB’nin Türkiye’ye yönelik yeni bir diplomatik strateji geliştirmesini gerektirmektedir. Erdoğan’ın önderliğindeki Türkiye, artık AB’nin temel koşullarını karşılayan bir İslami demokrasi modelini temsil etmiyor. Türkiye’nin Erdoğan liderliğinde izlediği diplomatik ve askeri eğilimleri önümüzdeki yıllar boyunca değişmeyecek. Bu nedenle Türkiye’nin AB’ye katılım süreci sona erdirilmelidir. Ayrıca, AB, Türkiye’de insan haklarına tam olarak saygı gösterilmedikçe, bu ülke ile ticari ilişkilerini genişletmemelidir. Avrupa, Türkiye ile olan ilişkilerinde çifte standartlı bir politika izlememelidir.
Bu nedenle, ticari ve kültürel varlığını artırarak sistematik olarak yerleştiği Balkanlarda, Türkiye’nin gittikçe büyüyen etkisi göz ardı edilmemelidir. Kosova’da ikamet eden, Gülen cemaati ile ilişkili altı Türk’ün 29 Mart’ta tutuklanması; ülkesine sığınan Türk askerlerini iade etmesi için Yunanistan’ı zorlamak amacıyla Yunan sınır muhafızlarının gözaltına alınması; Türk-İslam çalışmalarının bölgede yayılmaya çalışılması; ve Bosna, Kosova, Makedonya, Arnavutluk ve Sırbistan’da yeni camiler inşa edilmesi ya da eski camilerin restore edilmesi siyasal İslam’ın Türkiye’den Avrupa’ya yayılmasını hedefleyen Neo-Osmanlı yaklaşımının örneklerini teşkil etmektedir.
Erdoğan’ın Osmanlı dönemine ait unsurları yeniden yapılandırma isteği, onunla aktif ikili ilişkileri olan her ülkede ürpertici bir etki yaratmalıdır. Özellikle Balkan ülkelerin çoğunun Avrupa Birliği’ne katılım müzakereleri sürecinde olduğu göz önüne alındığında, Erdoğan’ın bu ülkelerdeki sinsi emelleri daha da yakından takip edilmelidir.