All Writings
Eylül 24, 2009

Normal 0 false

  Alon Ben-Meir –23 Eylül, 2009 

Obama yönetiminin İsrail-Filistin barış görüşmelerini kaldığı yerden devam ettirme çabaları henüz somut bir sonuç vermemekle birlikte müzakerelerde çığır açılması ümidi bugün her zamankinden daha fazla olabilir. Öte yandan, gerçek bir ilerleme kaydetme ihtimaliyle ilgili var olan kuşkuculuk, belli bir takım bölgesel ve uluslararası gelişmelerdeki dönüşüm, siyasi dinamiği değiştirerek anlaşma için yeni fırsatlar yarattı. Obama yönetimi tutarlı olduğu ve finali göz önünde bulundurduğu sürece seleflerine kıyasla daha fazla başarı şansına sahiptir. Bu tarihi anın bir İsrail-Filistin barışı değilse de önemli bir ilerlemeye dönüşmesinde altı unsur rol oynamaktadır.

Obama yönetiminin İsrail-Filistin görüşmelerinin yeniden başlatılması yönündeki çabalarının artık bu soruna bir son verme zamanının geldiği duygusunu yarattığına hiç şüphe yok. Amerikan Başkanı Barack Obama’nın bu konudaki ilk girişimleri ABD’nin İsrail-Filistin sorununu geniş kapsamlı olarak ele aldığına, sorunun devam etmesi halinde bunun diğer bölgesel sorunlara da yansıyacağını, birçok Arap ve İslam devletini İsrail ile ilişkileri normalleştirmekten alı koyacağını gördüğüne işaret etmektedir. Dahası ABD kendisinin barışı kolaylaştırıcı merkezi rolünün farkındadır. Obama’nın müzakerelere geri dönülmesindeki ısrarı kendisinin sorunun karşılıklı etkileşiminin ve kuşkuyla yaklaşan bütün tarafların güven inşa etmelerinin zaman alacağını bildiğini göstermektedir.

Daha önce hükümetler barış için nelerin gerekli olduğunu konuşurken Obama hükümeti bu gereklerin bazılarında ısrar ediyor. Bu konulardan ikisi İsrailliler’in Batı Şeria’daki yerleşim birimlerinin inşaatının durdurması ve Arap devletlerinin İsrail’de ticari birim oluşturmaları ve İsrail’in Arap toprakları üzerinden uçuşuna izin vermeleridir. Daha önceki taahhüt Obama yönetiminin siyaset sermayesine yaptığı ciddi yatırımların ABD’nin işi yarım bırakıp kaçmasına izin vermeyeceğinin açık bir göstergesi oldu. Obama bu hafta ev sahipliğini üstlendiği Benjamin Netanyahu, Mahmut Abbas ve kendisinin katıldığı üçlü toplantılarda müzakerelerle ilgili duruşunu açıkça ortaya koydu. ABD bütün taraflara gerekli tavizleri vermelerini sağlayacak siyasi gerekçeyi sağlarken taraflar da uzun vadeli bir girişim için hazırlanmalıdır.

Şiddette verilen ve devam etmekte olan geçici ara Obama yönetiminin ilk müdahalesi sırasında ortaya çıkan ikinci önemli unsurdur. Bilindiği üzere hiçbir şey barış sürecini şiddet eylemlerinden daha fazla engelleyemez. Şiddet eylemleri her iki tarafın siyasi işbirliğinde bulunma hevesini yok etmektedir. Batı Şeria’daki Filistin Yönetimi ancak somut bir çatışmasızlık hâli ve Filistin Güvenlik Güçleri’nin İsraillilerin şiddet eylemlerine karşı gösterdikleri gayretle ilerleme kaydedilebileceğini belirterek İsrail’i Filistinli siviller üzerindeki işgali gevşetmek konusunda ikna etmiş bulunuyor. İsrail Savunma Güçleri (IDF) yollardaki barikatlari kaldırılıyor, Batı Şeria’da ekonomi canlanıyor. Bu nedenle Filistin Yönetimi Başbakanı Salim Feyyad’ın iki yıl içerisinde bir Filistin devleti inşa edilmesi yönünde açıkladığı hükümet programı hayranlık uyandıran cesur bir girişim. Barış ortamında haysiyetin korunması ve eşitliğe dayalı bir geleceğin inşa edilmesine Feyyad ve Filistin Yönetimi’nin gösterdiği bağlılık soruna müdahil herkesin düşünce yapısını kayda değer derecede epeyce değiştirecek nitelikte. Feyyad’ın hazırladığı planın önsüzünde aşağıdaki ifadelere yer veriliyor:

Filistin, şiddeti reddeden barışçıl bir devlet olacak ve komşularıyla birlikte yaşama vaadinde bulunarak uluslararası toplumla işbirliği köprüleri kuracaktır. Filistin devleti dünyanın bu sorunlu bölgesinde barışın, hoşgörünün ve refahın sembolü olacaktır. Bu değerlerin hepsine sahip olan Filistin bütün vatandaşlarının gurur duyacağı bir devlet ve bu bölgede bir istikrar çıpası olacaktır.

Özellikle İsrail ılımlı Filistinlilerin gayretlerini destekleyip barışçıl müzakere sürecine hazırlanırken şiddete ara verilmiş olmasına katkıda bulunmalı ve bu girişimi kucaklamalıdır.

Bu gelişme Hamas tarafından da fark edilmiştir. Ekonomik büyüme ve Batı Şeria’da artan refah Gazze’dekine tamamen ters bir durum ortaya koymaktadır ki bu durum ilgili bütün taraflara itidalin sonuç verdiğini göstermektedir. Hamas’ın ateşkese uyması taktik gereği de olsa örgüt özellikle İsrail’in Aralık 2008’deki Gazze baskınından ve buna bağlı olarak verdiği ciddi siyasi ve askeri kayıplardan sonra İsrail’le ilişkilerinin dinamiğini değiştirme arzusuyla eylemlerini gerçekleştirmektedir. Üstelik Hamas Filistin Yönetimi’yle kıyaslandığında halkın desteğini kaybetmektedir. Hamas liderleri siyasi alanda ilerleme peşinde görünmektedir. Hamas bu amaçla Mısırlı arabulucuların yardımıyla İsrail ile mahkûm değiş tokuşu görüşmelerinin gerçekleştirilmesi için, Gazze’ye mal ve erzak temin edilen sınır geçişini kolaylaştıracak bir anlaşma için çalışmaktadır. Ama en önemlisi Hamas liderler çok defa kendilerinin 1967 sınırlarıyla uyumlu iki devlet çözümünü kabul edebileceklerini seslendirmişlerdir ki bu durum kendilerinin Arap siyasetinde rüzgârların İsrail’den yana esmesine olumlu yaklaştıklarına işaret etmektedir.

Bu gelişme mevcut siyasi ortamdaki üçüncü önemli gelişmeye göz attığımızda daha iyi anlaşılmaktadır. O da İsrail-Filistin sorununda ve bütün taraflara doğal olarak yorgunluğun sirayet etmekte olduğudur. Bir başka deyişle İsraillilerin ve Filistinlilerin karşılıklı olarak kendilerine hiçbir üstünlük sağlamayan bir kısırdöngüye varmış olmaları ihtimali vardır. Bu kısırdöngü içerisinde her iki taraf da devam eden şiddetin pazarlık konumlarını yok ettiklerini görmektedirler. Tabii bu İsraillilerle Filistinlilerin farklılıkların üstesinden gelmeye ve barış anlaşmasını bugün imzalamaya hazır oldukları anlamına gelmez. Ama açıkça itiraf etmeseler de her iki tarafın çatışma ne kadar sürerse sürsün kendilerinin daha fazla düşmanlık ve acı çekmelerine neden olacak bir duruma gelmeyeceklerini göstermektedir. Son Uluslararası Barış Enstitüsü anketi sonuçlarında görüldüğü üzere Filistinlilerin yaklaşık üçte ikisi artık iki devlet çözümünü ve bu yönde atılacak adımların meyve vereceği fikrini desteklemektedir. İki devlet çözümü birçok ihtimalden biri değil müzakere edilmiş bir anlaşmanın tek sonucudur. Elbette ki görüşme sürecinde çetin pazarlıklar devam edecektir. Barışın hemen köşeyi dönüverince karşımıza çıkacağını zanneden biri biraz safdilli olsa gerektir. Bununla birlikte diğer bölgesel gelişmelere bakılırsa ikinci İntifada’ya benzer büyük ölçekli şiddet olaylarının yeniden patlak vermesi giderek daha uzak bir ihtimale dönüşmektedir. Siyasi ortam uzlaşıya doğru kaymakta ve itidalden yarar sağlanmaktadır.

Dördüncü unsur İsrail’de merkez-sağ bir hükümetin yükselişinin barışa zarar vereceği yönündeki görüşe tezattır. Gerçekte uzun soluklu bir İsrail-Filistin barışı merkez ve merkez-sağ partilerinin tam destekleri olmadan başarılamaz. İsrail’de Benjamin Netanyahu liderliğinde görevde bulunan ve Savunma Bakanlığı görevini İşçi Partisi lideri Ehud Barak’ın üstlendiği koalisyon hükümeti İsrail’in ana şartlarının bir kısmını karşılarken müzakereleri daha da ileriye taşımak için gerekli ilk çetin pazarlıkları yapabilecek güce sahiptir. Hükümet Doğu Kudüs’te olduğu gibi önemli tavizlerde bulunabilecek bir durumda olmayabilir ama yine de iktidarını koruyabilir. Bununla beraber Netanyahu merkezdeki Kadima Partisi ile bir birlik hükümeti kurabilir; dolayısıyla İsrail kamuoyunu temsil etmek üzere Sol, Merkez ve Sağ’ı birleştirebilir. Tarih İsrail-Filistin anlaşmazlığında en büyük tavizleri Likud Partisi başbakanlarının verdiğine işaret etmektedir. Mısır’la 1979’da imzalanan anlaşmayla Menahem Begin Sina’dan çekilmiş, Netanyahu 1998’de imzalanan Wye Nehri Anlaşması’yla Hebron’dan çekilmiş ve Ariel Sharon da 2005’de Gazze’yi boşaltmıştır.

Dahası İsrail halkı güvenlik ve barış isterken demografik bir saatli bombanın çalıştığının tamamen farkındadır. İsrail Batı Şeria’nın büyük bir kısmını boşaltmasını gerektirecek şekilde Yahudi ağırlıklı demokratik bir devlet olmak veya Yahudi çoğunluğu riske atmak arasında bir seçim yapmalıdır. İkincisinin gerçekleşmesi halinde İsrail ya demokratik seçimle göreve gelmiş Filistinlilerin çoğunlukta olduğu tek devlet çözümünü ya da sonunda kaçınılmaz bir felâkete yol açabilecek şekilde Filistinlileri haklarından mahrum ettikleri iki birbirinden sağlıksız duruma sürüklenebilir. İsrail başlıca şartlarını karşılayan bir barış anlaşmasını imzalama fırsatını kaçırmayacaktır. Bu şartlar: Sürdürülebilir bir Yahudi çoğunluk, toprak bütünlüğü ve ulusal güvenliktir. Ve bu şartların hiçbiri İsrail ile yan yana barış içerisinde yaşayan bir Filistin devletinin kurulmasını engellememektedir.

İsrail ve Obama yönetiminin Arap Girişimi’ni giderek daha fazla kanıksanması barış sürecinin evrimindeki beşinci önemli unsurdur. Arap Girişimi, ayrıntılı bir Arap-İsrail barış formülü ve Hamas, Filistin Yönetimi, İsrail arasındaki siyasi bilmeceyi çözecek bir araç sunmaktadır. Önce Mart 2002’de Lübnan’ın başkenti Beyrut’ta kabul edilen ve Mart 2007’de Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da yeniden tanıtılan Arap Girişimi aşağıdaki ilkeleri tesis etmektedir: 1) 1967’den bu yana İsrail tarafından işgal edilmiş tüm yerleşim alanlarının boşaltılması, 2) Filistin mülteci sorununa doğru çözüm, 3) Batı Şeria’da, Gazze’de 4 Haziran 1967’den bugüne işgal altındaki Filistin toprakları üzerinde Egemen Bağımsız bir Filistin Devleti’nin kurulması ve başkentinin Doğu Kudüs olması, 4) Bir barış anlaşmasıyla Arap-İsrail anlaşmazlığının sona erdirilmesi, bölgedeki bütün devletlerin güvenliğinin sağlanması ve son olarak 5) İsrail ile ilişkilerin bu kapsamlı barış çerçevesinde normalleştirilmesi. Söz konusu şartlar İsrail-Filistin sorununa müdahil bütün tarafların bu tarihi girişimi desteklemeleri için hazır durumdadır ve ilgili bütün tarafların temel şartlarını yerine getirecek şekilde sorunun sona erdirilmesini kolaylaştıracak hâle gelmiştir.

Altıncı ve son unsur barış sürecini hızlandırabilecek, İsrail ile Arap devletlerini uzlaşı ortamına daha da yaklaştırabilecek olan, hem İsrail hem de Arap devletlerini tehdit eden İran nükleer programıdır. Mısır hariç Arap ülkelerinin tamamı bu güne kadar İsrail ile açık işbirliğini reddetmiş olmalarına ve Filistin cephesinde ilk önce İsrail’den bir takım tavizler koparma girişiminde bulunmuş olmalarına rağmen, İran’ın bölgeyle ilgili ihtiraslarını engelleme konusunda İsrail’e güvendiklerine şüphe yoktur.

Şii İran ile Sünni Arap devletlerinin çoğu arasında sevgi kesinlikle kaybolmuş değildir ve bu girişimle ele alındığında İsrail-Arap işbirliği mutlaka artacaktır.

Kendi çıkarları ve ulusal güvenlikle ilgili endişeleri nedeniyle Arap devletleri İsrail’le giderek daha fazla uzlaşma arayacaktır. Mısır hükümeti ve küçük Körfez ülkelerinin bir kısmı bunu fazlasıyla göstermektedir. Barış sürecinin geçmişte altını oyan İran şimdi istemeyerek de olsa kendi hırsları ve nükleer silâh özlemi nedeniyle bu sürece yardım edebilir.

Bu yeni ortamı vurgulamak için Obama yönetimi her şeyden önce belirlediği rotada kalmalı, İsrail-Filistin müzakerelerinin yeniden başlatılması yönündeki kararlı çabalarını sürdürmelidir.

Kısa vadede pek az şeyin başarılma ihtimali olduğuna bakılmaksızın Başkan Obama’nın Netanyahu, Abbas ve kendisinin Birleşmiş Milletler Genel Kurulu nezdinde katılacağı üçlü toplantı düzenlenmesi için gösterdiği başarılı gayretler olumlu bir hamledir. Başkan “Müzakerelere başlama konusunu konuşmak artık geçmişte kaldı şimdi ilerleme vaktidir” derken kararlılığını açıkça ortaya koyuyordu.

İsrail-Filistin görüşmelerinde ilerlemeyi daha da kolaylaştırmak için Obama yönetimi İsrail’in İran’ın nükleer silah programıyla ilgili endişelerini gidermelidir. Bu amaçla İsrail ve ABD arasında İran’ı nükleer emellerinden uzaklaştırabilmek için izlenecek yol konusunda tam bir anlayış ve iki devlet arasında istihbaratla ilgili konularda yakın işbirliği gerekmektedir. Ayrıca Başkan Obama özellikle P5+1 ülkeleri (ABD, Rusya, Çin, Britanya, Fransa ve ek olarak Almanya) İran ile 1 Ekim’de müzakerelere başlarken nükleer silahtan arındırılmış bir Ortadoğu çağırısının İsrail’in nükleer programını sorgulamadığına İsraillileri temin etmelidir. Yoksa İran’ın kendi nükleer programını İsrail’in nükleer programının varlığına bağlı hâle getirebilir ve ABD ile İsrail arasında ciddi bir gerginlik yaratabilir.

İlâveten, Obama ekibi şimdi Batı Şeria ve Gazze sınırları boyunca mevcut ateşkes ortamını güçlendirmeli, mahkûm değiş tokuşunu içeren bir paket programla İsrailli asker Şalit’in salıverilmesini temin etmek üzere Mısırlılarla çalışmalıdır. Böyle bir anlaşma Hamas ve İsrail arasındaki gerginliği hayli azaltacak, Gazze’ye daha fazla mal girişine imkân sağlayacaktır. Aynı anlayışla ve Amerika’nın sürekli desteğiyle İsrail ve Filistin Yönetimi Batı Şeria’da güvenlik ve ekonomik işbirliğine devam etmelidir. Bu şekilde her iki taraf karşılıklı kazanımların arttığı bir ilişki ortamına daha fazla ilgi gösterecektir.

Netanyahu hükümeti henüz Arap Barış Girişimi’ni resmen kabul etmemiş olmasına rağmen ABD ve Avrupa Birliği önce bu anlaşmayı resmen onaylamalı, İsrail’i de bu konuda ikna etmek için ellerinden geleni yapmalıdırlar. Arap Barış Girişimi’nde İsrail’in barışın inşası ve komşularıyla ilişkilerin normalleştirmesi hedefine zarar verecek hiçbir şey bulunmamaktadır. Bütün bunların ışığında İsrail’in bu anlaşmayı kabul etmesini arzu eden Mısır, Suudi Arabistan, Suriye ve önde gelen Arap ülkeleri aynı konuda Hamas’ı da ikna etmek için tüm güçleriyle çalışmalıdırlar. Girişim Hamas’a Filistinliler için İsrail’e doğrudan ödün vermek zorunda kalmayacakları toprak ve barış getirecek; Arap Girişimi’ni imzalamak Arap ülkelerinin ortak iradesi olarak algılanacaktır.

Bu girişimi kabul etmekle Hamas İsrail’i yalnızca Arap Barış Girişimi’nde yer alan şartlar çerçevesinde tanımak niyetindeki diğer 19 Arap devleti ile aynı konuma getirecektir.

Ve son olarak, İsraillilerle Filistinlileri bir araya getirecek bir ekonomik teşvik ile Filistinlilerin Geri dönüş Hakları gibi tartışmalı konuların nihai konumu üzerinde işbirliği yapmaları gerekli olacaktır.

ABD, Rusya, Çin, Japonya, AB ve zengin Arap ülkeleri de dâhil olmak üzere Ortadoğu’da barış isteyen bütün ülkelerin Filistinli mültecilerin yerlerine yeniden yerleştirilmesi ve ıslah edilmesi için 15-20 milyon dolar mali yardım taahhüdü ile barışçıl bir çözüm taahhüdünde bulunmaları gerekmektedir. Bu, Filistin mülteci sorununa yalnızca görüşmeler vasıtasıyla çözüm bulunabileceğini ima etmekle kalmayıp daha da önemlisi farklı tarafların dikkatini siyasi çekişmeler yerine Filistin mülteci sorununa çözüm bulunabilmesi için paranın uygun şekilde nasıl harcanacağına yöneltmelerini de sağlayacaktır. Ve İsrail, bazı Arap ülkeleriyle birlikte uluslar arası camianın İsrail’e Geri Dönüş Hakkı’nı imkânsızlaştıran mülteci sorununa açıkça söylenmese de bir çözüm bulunmasını taahhüt ettikleri konusunda temin edilmiş olacaktır. Bu tür fonlar Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası veya BM şemsiyesi altında yer almalıdır. Başkan Obama bunun gerçekleşmesinde önemli bir rol oynayabilir. Ancak ABD bu seferberliği onaylayan tek güç olarak görülmemelidir.

Şüpheciler ve karamsarlar Ortadoğu’daki mevcut jeopolitik iklimin yalnızca bir serap olduğunu düşünecekler ve Başkan Obama’nın İsrail-Filistin anlaşmazlığına barış getirmek çabalarının sonuçsuz kalacağı sonucuna varacaklardır. Ancak bu barış ortamının oluşturulması için gerekli iyimserliğin ne düzeyde olacağı sorusu değil daha ziyade Obama yönetiminin herhangi bir harekette bulunmama ve dolayısıyla ne kadar uzak bir ihtimal olsa da bir sıçrama yapabilmek için bu tarihi fırsatı çarçur edip etmeyeceğidir. Başkan Obama bir liderlik ve cesaret örneği göstermektedir. Bu iki özellik elbette süreci daha ilerilere taşıyacaktır. Obama artık çizdiği rotada kalmak ve bu olumlu siyasi iklimi anlaşmazlıkta büyük bir dönüşüme çevirmek için gerekli çelik iradeye sahip olduğunu göstermelidir. Obama’nın Netanyahu ve Abbas’a bizzat söylediği gibi “O halde bu iki topluma mesajım açıktır: Bütün engellere, tarihe ve güvensizliğe rağmen ileriye giden bir yol bulmalıyız.”

TAGS
Genel
SHARE ARTICLE