STATÜKO’YU DEĞİŞTİRME ZAMANI
Geride bıraktığımız iki hafta Ortadoğu diplomasisi için çok hızlı geçti. Verilen kibirli demeçler ve yapılan açıklamaların neden olduğu ve Ortadoğu barış sürecine kendini en çok adamış kişileri bile utandıran inişler ve çıkışlar yaşandı. Medya savaşı yaşanırken kamuoyu İsrail ile en yakın müttefikinin aracılı görüşmeleri kutladıkları esnada, Kudüste yeni konutların yapılacak olmasının zamansızca açıklanmasını, iki devletin Washington'da yapılan AIPAC konferansında farklılıklarının üstesinden gelmesini ve Başbakan Netanyahu'nun Obama ile görüşmesini izledi. Bütün bu iniş ve çıkışların ardından yapılan eleştiriler bir şeyin çok açık ve net olduğunu gösterdi: ABD-İsrail-Filistin ekseni kaydı ve bu kayma sonucunda yeni bir momentum yarattı. Artık tarafların bu momentumu somut eylemlere çevirmesi gerekiyor.
Dışişleri Bakanı Clinton AIPAC' ABD'nin duruşunun ana hatlarını belirleyen bir sunum yaptı. Clinton ABD'nin konumunun ana hatlarını, İsrail'e baskı yapmakta ve hareket etmesi için dürtüklemekte kararlılık ve gerektiğinde de İsrail'in temel kaygısı olan ulusal güvenlik konusunda da İsrail ile uyumlu politikalar izlemek olarak sundu ve kendisi bu kapsamlı ve dürüst sunumundan dolayı takdir edilmeli. Clinton isabetli bir demeçte bulundu: "Bu yolda devam etmek, trajik insani kayıplara neden olan bir çatışmayı sürdürmek anlamına gelir. Tarafların gerçeği görmeleri gerekiyor, son 10 yıldır mevut statükoyu sürdürmenin, uzun dönemde güvenliği sağlamadığı gibi ne tarafların ne de ABD'nin çıkarlarına hizmet etti.". Clinton'un vardığı nokta, ki bu şu anki yönetimi önceki iki yönetimin bakış açılarından farklılaştırıyor, ABD'nin en sonunda, İsrail-Filistin sorununun, ayrılmaz bir şekilde ABD'nin stratejik çıkarlarına ve aynı zamanda büyük orta doğudaki karmaşık güç yapılarına bağlı olduğunu kabul ediyor olduğunun göstergesidir. ABD'nin, İran'ın nükleer faaliyetlerine karşı destek aradığı bir dönemde, İsrail'in güvenliğini de destekleyebilmesi için, siyasi, güvenlik ve halklar arası düzeylerinde olmak üzere çok taraflı diplomasi sürdürmesi gerekmekte.
ABD, bütün süreci kaçınılmaz iniş ve çıkışlara teslim etmeden, İsrail yerleşimlerinin yayılmasına karşı baskı uygulamaya devam etmek zorunda. Netanyahu'nun kırılgan koalisyonunun içinden ve dışından bakanlardan ve çeşitli siyasi partilerden gelen görüşler ile yerleşimler, İsrail içerisinde çok tartışılan bir konu. ABD Batı Şeriya'da uygulanan moratoryumu desteklemeli ve İsrail'e yerleşim yerleri inşatlarının açıklamalarından kaçınması konusunda baskı yapmalı. İsrail bu zaman sürecinde gerekli feragatlarda bulunabilmesi için, Netenyahu'nun koalisyon ortaklarını çeşitli düzeylerde tatmin edip sakinleştirmesi gerekiyor ve ABD bunu anlayışla karşılaması gerekiyor. Bu nedenle ABD, İsrail'in en son yerleşim yeri açıklaması ile ortaya çıkan gürlemelere rağmen, aracılı görüşmelerin devamını, Batı Şeriya'da kurumsal ve ekonomik kalkınmayı ve Gazze'deki insani durumun düzelmesini sağlamalı.
ABD'nin, İsrail iç siyasetinin inişli çıkışlı ortamına kendini bulaştırmadan barış sürecini desteklemesinin en umut vaat edecek yollarından biri Fayyad Plan'ını desteklemekten geçmekte. Ilımlı bir iktisatçı ve teknokrat olan Filistin Başbakanı Sallam Fayyad'ın Filistin halkı için layık gördüğü, şiddete başvurmadan kurulmuş, istikrarlı kurumlara ve ekonomiye sahip bir Filistin devletine dair vizyonu Obama yönetimi tarafından tereddütsüz desteklenmeli. Fayyad, siyasi gelişmeler olmadan da Filistinlilerin, altyapının, kurumların hatta bir merkez bankasının dahi kurularak ilerleme yolunda devam edebileceği bir akım başlattı. Güvenlik güçlerinin eğitiminin ve mali yardımın ötesinde, ABD bu plana destek vermeli ve İsrail'i sanayi bölgelerinin kurulabilmesi için daha fazla alan tahsis etmesi konusunda İsrail'e yüklenmeli, böylece Filistinliler şiddete başvurmamanın yararlarını kavramış olurlar. Batı Şeriya'da %7'lik bir büyüme oranı, şiddete dayalı direniş ile ılımlılık arasındaki kuvvetli ayrımın fark edilmesini sağlamanın en garantili yöntemidir. Fayyad planına destek vererek ve bu süreçte İsrail'i işbirliği yapmaya teşvik ederekten, ABD, müzakerelerin durduğu zamanlarda da Filistinlilerin ilerleyebileceğini görecektir. Aracılı görüşmeler devam ettiği sürece çabaların ikiye katlanması Libya zirvesinin ana amacı olmalıdır. ABD'nin ilişkilerini normalleştirmeye başladığı bu dönemde özellikle Suriye, bu çabaları dillendirmeli ve Golan'ı geri alma talebini garantilemeli.
Arap ülkeleri de üstlerine düşenleri yapmaktan kaçınmamalılar ya da ABD Filistinliler ve İsrail arasında aracılı müzakerelere sürdürürken geriye yaslanıp süreci izlememeliler. Arap ülkeleri, tarihi nitelikte olan Arap Barış Girişiminde tasavvur edilen "barış için toprak" planı ile İsrail ile ilişkileri normalleştirme ve varlığını tanımayı kabul ederekten ılımlı ilişkiler yönünde büyük adım attılar. Ancak herhangi somut altyapı çalışması yapmayarak, planlarının zaman içinde çürümesini izlemekle kaldılar. Arap liginin anlaması gereken şudur, ABD'nin, AB'nin, Ortadoğu Dörtlüsü'nün veya Türkiye'nin, krizi çözme uğrunda yapmış oldukları siyasi ve ekonomik manevralar, ancak Arap devletlerinin kolektif iradesi ile destekleyecekleri ve bulundukları bölgenin geleceğini şekillendirecek olan planın katkısı ile faydalı olacaktır.
İsrail'in Gazze saldırısından sonra İsrail ve Türk hükümetlerinin arasındaki resmi bağların gerildiği dönemde dahi, Türkiye gibi bir oyuncu göz ardı edilmemeli. Arap-İsrail sorununda Türkiye'nin arabulucu rolü gerilemiş olsa da, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği'nin, Batı Şeriya'da sanayi bölgelerinin gelişimi alanında özel sektöre verdiği destek ile halk düzeyinde gelişme devam ediyor. Türkiye, İsrail ile olan askeri ve ekonomik bağlarını ciddi bir şekilde tehlikeye sokmadan, Arap-İsrail çatışmasını sonlandırmaya ve gelecekteki Filistin devletini geliştirmeye olan ilgisini kararlı bir şekilde ortaya koymayı başarmıştır.
Son olarak, İsrail feragatlar konusunda somut adımlar atması gerekiyor aksi takdirde iki devletli çözüm etrafında birleştiği dönemde kendini giderek soyutlanmış bir konumda bulacaktır. Netanyahu İsrail'in doğrudan ve şartsız görüşmelere olan isteğini dile getirmiş olsa da bu, şimdiye kadar varılan anlaşmalar ve kat edilen mesafe yok sayılabilinir. ABD, çözümün şartlarının belirlenmiş olduğu konusunda açık ve net olmalıdır; üzerinde yeniden müzakereler yapılmaması açısından, aracılı görüşmelerin odak noktası ilerleme kaydedilmiş olan ana konular olmalıdır. Yahudilerin Kudüs'e, saygı duyulması gereken, kutsal ve tarihi bağları olsa da, İsrail Hükümeti bunu görüşmelere veya feragatlerin uygulanmasına engel olmasına müsaade etmemelidir. General Petraeus'un dahi Amerikan çıkarlarına ve ülke sınırları dışındaki güvenliğine bir tehdit olduğunu belirttiği yerleşimler konusunda, Netanyahu, Obama'nın uygulayacağı baskı ve ısrarcı yaklaşım karşısında tavrı almamalı. Eğer Netanyahu'nun merkez sağ koalisyonu gerekli adımları atmasına engel oluyor ise Kadim'yı barış uğrunda stratejik ortak olarak geri getirmelidir. İç siyasette başlıca bir zaferi garantileyen Obama'nın, İsrail'in, Filistin konusunda ilerleme kaydetmesini sağlamak için daha fazla zamanı ve enerjisi olacak.
Güvenlik cephesinde, Obama, Biden, Mitchell ve son olarak Clinton'nun da tekrar ettiği üzere çok net demeçler verildi ABD' tarafından:"İsrail'in güvenliğinin sağlanması konusunda olan kararlılığımız sarsılamaz, sağlam bir zemindedir ve sonsuza dek sürecektir." ABD'nin İsrail'in ulusal güvenliği konusunda yaptıkları ve sergilediği cesur duruş, İsrail'in, şu anki ABD-İsrail ilişkilerinin doğasından kaynaklanan kaygılarını savuşturacak düzeydedir. Herşeye karşın, bu ABD'nin İsrail'e barış uğrunda gerekli feragatlerde bulunması için baskı yapmaktan geri adım atacağı anlamına gelmiyor, çünkü bu feragatler doğrudan Amerikan çıkarları ve İsrail'in güvenliği ile doğrudan bağlantılı.
Bundan da öte, İsrail, İran'nın nükleer faaliyetlerine karşı destek arayışı kampanyasına devam ettiği sürece Obama'nın bir şeyi açıkça ortaya koyması gerekiyor: eğer ABD İran'la askeri tehditler ve ekonomik yaptırımlar veya her iki yöntemle mücadele edecekse, ki ikisi için de uluslararası desteğe ihtiyaç duymaktadır, Arap-İsrail kulvarında tam anlaşma olmasa dahi kayda değer ilerleme sağlanması gerekmekte. Afganistan savaşı ve Irak'ta istikrarsızlık nedenlerinden dolayı, İsrail-Filistin kulvarında gerçek anlamda bir sakinleşme sağlamadan, ABD, özellikle de askeri anlamda, İran'la karşılaşamaz ve karşılaşmaz da. İran rejimi, Hamas, Hizbullah ve El-Kaide, İsrail'in halen işgalci güç olması ve ABD'nin onu destekleyen güvenilir bir müttefik olması nedeniyle destek toplayıp şekilleniyorlar. Bu grupların güçlerinin artmasını İsrail-Filistin sorunundan ayırmaya çalışmak boşa sarf edilecek çabadır. İsrail, eğer İran'dan gelen tehditlere karşı ABD, AB, Arap Devletleri ve BM Güvenlik Konseyi desteğini almak istiyor ise, kendini barış sürecine adamış olduğunu kanıtlaması gerekmekte. Irak, Suriye, ve bölgenin diğer önde gelen ülkelerinin tutkularını dengeleyen bölgesel ittifaklar, Bush dönemi saldırgan dış ve askeri politikaları ile değiştiler. Popüler olmayan bir dava için destek arayacağı dönemde yeni bir bölgesel alevlenme, ABD'nin en son isteyeceği şey olur. Arap cephesindeki olumlu ilerlemeler, ABD'nin, gerektiğinde, İran'a karşı dozu daha da arttırılmış baskıcı yaptırımlar uygulayabilmesini kolaylaştıracak, İsrail bunun farkında olmalıdır.
Son 10 yılda, siyasi, askeri ve dini alanlarda çöken güç dengeleri, güvenlik kavramını küresel bir sorun haline geldi, o denli ki İsrail-Filistin sorunu bölgesel bir sorun olmaktan çıktı. Eğer koalisyonu varsayımlara dayan kısa dönem kazançlar yerine İsrail'in uzun dönemli çıkarları yararına hareket etmek amacını güdüyor ise, Benjamin Netanyahu'nun oturup düşünmesi ve öz eleştiri yapması gerekmekte. Koalisyon bakanlarına hükmetmesi ve İsrail görüşünü tek sesle sunması ve tabii ki de uzlaşı ve barış uğurunda gereken riskleri alması lazım.
Netanyahu şu anda ABD'de, AB'de ve Arap liginde ortak olarak algılanıyor ancak ne bu durum ne de ortamın durgunluğu şiddet nedeniyle çok fazla sürmeyecek. Yeni yerleşimler üzerine yaşanan arbede İsrail'in imajına zarar verdi. Ancak bu olumsuz imajı, İsrail'in, riskli statükonun arkasına saklanan bir ülke olarak algılanması yerine, gelecek için yapıcı çalışmalarda bulunan bir ülke algılanacağı bir şekilde değişebilir.