All Writings
Aralık 3, 2018

Gülen ve Erdoğan’ın İslami Çekişmesi ve Sonuçları

Alon Ben Meir ve Arbana Xharra

Beş yıl öncesine kadar, Fethullah Gülen ve Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan birbirlerine destek veren müttefiklerdi. Her ikisi de İslam’ı, doktrinlerinin temeli olarak kullanmaktadır ve bu da onları 1923’te yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran devrimci laik devlet adamı Mustafa Kemal Atatürk’ten ideolojik olarak farklı kılmaktadır.

Bununla birlikte, tarihsel olarak, Erdoğan ve Gülen’in İslami yönelimleri birbiriyle çelişmektedir. Gülen’den ilham alan Hizmet hareketi, İslam’ın diğer dinlerle diyaloğa açık olan Tasavvuf versiyonunu kabul ederek uygulamakta ve eğitim yoluyla aşağıdan yukarıya değişime inanmaktadır. Oysaki Erdoğan ve onun Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) otoriteyi gasp ederek ve halkı devlet güçleriyle değişmeye zorlayarak gerçekleştirebileceklerine inandıkları yukarıdan aşağıya değişime destek vermekte ve çoğunlukla ilk olarak Sünni Müslüman Kardeşler’in temsil ettiği siyasal İslam’ı benimsemektedir.

Erdoğan AK Parti’yi 2001 yılında kurdu. Parti bir sonraki yılın seçimlerinde nisbi çoğunluğu kazandı ve Erdoğan Başbakan oldu. Erdoğan’ın, Türkiye’yi ekonomik kalkınma ve sosyo-politik reformlarla bir İslami demokrasi modeli haline getirme taahhüdü, ona, Gülen’in takipçileri de dahil olmak üzere, Türk halkı nezdinde büyük bir destek kazandırdı. Sonraki yedi yıl boyunca, Erdoğan, ilk olarak, Türkiye nüfusunun yaklaşık yarısını oluşturan yoksul ve daha az eğitimli insanların yoğun olduğu seçim bölgelerinin acil ihtiyaçlarını karşılamak için kapsayıcı ekonomik kalkınmaya odaklandı.

Bir yandan ekonomik gelişme devam ederken, diğer yandan Erdoğan, ordunun sivil otoriteye tabi kılınmasını ve Türkiye Kürtlerinin de dâhil olduğu azınlık haklarının tanınmasını içeren sosyal ve demokratik reformlara başladı. Bu hassas alanlara hitap etme yeteneği, onun iktidarını sağlamlaştırmasına ve İslami gündemini yaymak için bir sonraki aşamaya geçmesine imkân tanıdı.

İlk zamanlarda gerçekleştirilen bu atılım ve reformlar, AK Parti’nin ülkedeki yolsuzluğu dizginleyeceği ve daha önceki Türk hükümetlerinin reddettiği demokratik reformları gerçekleştireceği beklentisi oluşturarak, Hizmet hareketi ile birlikte Türk halkı arasında AK Parti yönetimine karşı yüksek bir güven ve itimat tesis ettirdi.

Erdoğan için, kendisi de belirttiği gibi, “demokrasi bir tren gibidir; hedefinize ulaştıktan sonra inersiniz.” Erdoğan’ın kendi gündemini saklayan en iyi kılıfı, Türkiye’nin AB üye ülkesi haline geleceği yönünde bir beklenti olmasa da, AB ile devam eden üyelik müzakereleriydi. Erdoğan İslami gündemiyle uyuşmayacağını bildiği için bu müzakerelerde iyi niyetli değildi.

Diğer taraftan, Hizmet hareketinin resmi bir yapısı, görünür bir örgütü ve resmi üyeliği yoktur. Ancak dünyanın en büyük Müslüman yapılanmasına dönüşmüştür. Hizmet, kendini kamu yararı için kalkınma projelerini ve eğitimi teşvik etmeye adamıştır. Gülen’in destekçileri, onun mesajlarından esinlenerek gevşek bir ittifak içinde birlikte çalıştıklarını savunmaktadır.

1999 yılından beri kendi rızası ile sürgün hayatı yaşayan Gülen, etkileyici bir iş imparatorluğu kurdu. Deutsche Welle, “Türkiye ve yurt dışındaki medya kuruluşları ağı giderek güçlendi; okulları gelecek nesli eğitip yetiştiriyordu… bankaları, Batı ülkeleri ile bazıları İslami prensiplerle yönetilen Ortadoğu ülkeleri arasında fonların hareketini ve transferini kolaylaştırdı.” diye yazdı. Erdoğan’ın Gülen’in finans yapısı üzerinde baskı kurmasına rağmen, yüz binlerce takipçinin yanı sıra Türkiye’de ve dışarıda binlerce şirket, Hizmet’in finansmanına katkıda bulunmaya devam ediyor. Fethullah Gülen, o dönemlerde hala Türkiye’nin laik elitlerinin sıkı kontrolünde olan ve askeriye tarafından desteklenen, Türk hükümetini çökertmeye yönelik soruşturma altında olduğu 1999 yılında Türkiye’den ayrıldı.

2000 yılında, çeşitli devlet dairelerine sempatizan memurlarını yerleştirerek hükümeti devirmeyi planlamak suçundan gıyabında suçlu bulundu. Gülen bu iddiaları şiddetle reddetmektedir. Aynı iddianame bugünün Erdoğan döneminde de Gülen’in peşini bırakmamaktadır.

1999’dan önce Gülen, anayasal olarak laik bir Türkiye içinde faaliyet gösterdi ve takipçileri, son 40 yıldır Türkiye’nin kurumlarında yer buldular. Savunucuları, onun insani yönüne vurgu yaparak ve kendi ideolojisini Türkiye’de ve 140’ı aşkın ülkede başarılı bir okullar ağı aracılığıyla teşvik etmesine atıfta bulunarak, Gülen’i “ılımlı İslam’ın gurusu” olarak adlandırmaktadır. Gülen, gençleri fen bilimleri ve yabancı dillerle eğitirken, Erdoğan, çoğunlukla fakir ve daha az eğitimli olan insanlara dayalı temelini yansıtan bir bakış açısıyla eğitim konusunda çok hevesli değildir.

Erdoğan hiçbir zaman Gülen’e güvenmemişti, ancak başlangıçta Gülen sempatizanlarının desteğini kazanmak için onunla işbirliği yapmaya karar verdi. Fakat arkasını sağlamlaştırıp, istediği diktatöryal güçleri anayasa değişiklikleri yoluyla kademeli olarak elde ettikten sonra, Osmanlı İmparatorluğu’nun unsurlarını diriltmek ve uzun süredir peşinde koştuğu “Hilafet” rüyasını gerçekleştirmek için, aralarında en başta Gülen’in olduğu rakiplerini ortadan kaldıracak bir konuma ulaştı.

Erdoğan’ın niyeti, başta Afrika ve Orta Asya olmak üzere dünyanın dört bir yanındaki hükümetlere, kendi ülkelerindeki Gülen’le ilişkili okulları kapatma yönünde baskıda bulunmaktır. ABD merkezli Zaman Amerika muhabirlerinden Sıtkı Özcan, “Erdoğan’ın kendi ifadelerine ve son yıllarda ortaya atılan belgelere baktığımızda, Erdoğan’ın Gülen’i hiç bir zaman sevmediğini rahatlıkla söyleyebiliriz…” diyor.

Türkiye’den araştırmacı gazeteci Aydoğan Vatandaş, Gülen hareketinin önderliğinin Erdoğan’ın asıl hırslarını görememesinin temel sebebinin, onların ordunun sivil otoriteye tabi kılınmasının ve yargının etkisinin sınırlandırılmasının Türk demokrasisi üzerinde önemli menfi etki oluşturmayacağı hatta demokrasiyi güçlendireceği inancından kaynaklandığını söyledi. “Bu kurumları zayıflatmanın demokrasinin ortaya çıkmasına yol açacağına inanmak yanlıştı.” Ona göre Erdoğan, toplumu yeniden şekillendirmek için gücünü pekiştirdi ve bu da Gülen hareketinin Türk toplumundan tamamen silinmesine yol açtı.

Temmuz 2016’daki başarısız askeri darbeden bu yana, yargıçlar, öğretmenler, polis memurları ve gazeteciler de dâhil olmak üzere yaklaşık 445.000 kişi hakkında Gülen hareketine yönelik düzmece suçlamalarla yasal dava açıldı. Diğer ülkelerden 100’den fazla Gülen hareketi mensubu kaçırıldı ya da Türkiye’ye iade ettirildi.

Gülen hareketinin Kosova’daki temsilcisi Nazmi Ulus, hareketinin okullarının (Mehmet Akif Kolejleri) eğitim-öğretimi sürdürmesine ve ülkedeki faaliyetlerin devam ettirilmesine rağmen, özellikle Mart ayında Erdoğan’ın Kosova’da yaşayan altı Türk’ü kaçırttırmasından sonra artık kendilerini güvende hissetmediklerini söyledi. “Kosova halkı söz konusu olduğunda, evet güvende olduğumuzu söyleyebiliriz, ama yine de Erdoğan’ın benlik davası… ve aynı zamanda [Erdoğan’ın şantaj] kabiliyeti… bölgede faaliyet göstermesi göz önüne alındığında, evet güvendeyiz demek imkansız. ”.

Erdoğan, Türkiye’deki Hizmet hareketini neredeyse yok edebilmesine rağmen, yüzbinlerce Hizmet mensubu hâlâ tam anlamıyla ancak sessiz bir şekilde özel ve devlet kurumlarında yerleşmiş durumda. ABD’nin de dahil olduğu Erdoğan’ın elinin pek uzanamadığı bir çok ülkede Hizmet mensupları varlıklarını sürdürüyorlar.

Erdoğan ile Gülen arasındaki rekabet, Hizmet’i bitirme çabalarına rağmen, Erdoğan’ın kaybeden taraf olacağını işaret ediyor. Türk nüfusun çoğunluğu, tasfiye ve ağır insan hakları ihlallerinden büyük ölçüde acı çekti; Bunlara ilaveten ekonomide ortaya çıkan endişe verici bozulma ile birlikte, Erdoğan giderek popülaritesini kaybediyor.

Ancak tarihin hayırla yad etmeyeceği Erdoğan’dan farklı olarak, Fethullah Gülen seçilmediği bir konuma sahiptir ve yaşadığı süre boyunca takipçileri tarafından derinden saygı görmeye devam edecektir. Gülen’in sosyal yönelimli İslami felsefesi ve insani yardım hizmetleri, Erdoğan’ın siyaset sahnesini terk etmesinden sonra iyice azalacak siyasi İslam ideolojisinden kesinlikle daha uzun soluklu olacaktır.

TAGS
Genel
SHARE ARTICLE