All Writings
Kasım 5, 2018

Erdoğan’ın Holıganları New York Üniversitesi’nin Kapısına Dayandı

Geçen hafta “Erdoğan Liderliğinde Türkiye” konulu bir panel gerçekleştirdim. Panelden bir gün önce, Erdoğan’ın birkaç yardakçısının paneli sabote etmek için bizi bekleyeceği konusunda uyarıldık ve şiddetin patlak vermesinden korktuk. Sabahın erken saatlerinde, New York Üniversitesi (NYU), Türk diktatörün şahin taraftarlarının biri tarafından yazılmış, NYU’nin böyle bir etkinlik düzenlememesi gerektiğini belirten bir mektup aldı. Kendine koyun gibi körü körüne bağlı yandaşlarına liderlik eden bir despotun emrinde çalışan Türk haydutlara karşı, New York’ta emniyetimizi sağlamak amacıyla güvenlik görevlileri tutmak zorunda kaldık.

İşin en korkunç yanı, konuşma ve toplanma özgürlüğünün anayasa tarafından güvence altına alındığı ABD’de, ülkemizde yaşama ayrıcalığı bahşedilmiş Türk vatandaşları tarafından tehdit ediliyor olmamız. Erdoğan’ı eleştireceğimizden korkarak böyle bir paneli düzenlememiz için bize zorbalık yaptılar.

Panelim üç konuşmacıdan oluşuyordu: Profesör Ahmet Yayla, Arbana Xharra ve Dr. Y. Alp Aslandoğan. Yayla, Türkiye Emniyet Genel Müdürlüğü Terörle Mücadele biriminde 20 yıllık tecrübe sahibi emekli bir emniyet amirdir ve Şanlıurfa Terörle Mücadele şefi olarak görev yapmıştır. Yayla, gönüllülerin Suriye ve Irak’ta DAEŞ’e katılmaları için Türkiye sınırını serbestçe geçmesine izin vermesini emreden bir kısım üst düzey Türk yetkililerle ilgili bazı acı ve dehşet verici ayrıntılar hakkında konuştu.

Türk hükümetinin IŞİD’den nasıl petrol satın aldığına ve elde edilen gelirden alınan rüşvetlerin el değiştirerek üst düzey Türk yetkililere nasıl ulaştığına ilk elden şahitlik yapmıştı. Yayla, Erdoğan’a ve AK Parti’ye karşı politik olarak muhalif olduğundan şüphelenilen herkesin keyfi olarak gözaltına alındığını, 200’den fazla gazetecinin nasıl toplanıp hapsedildiğini, on binlerce akademisyen, işadamı, asker ve yargı mensubunun nasıl haksız yere devlete karşı komplo düzenlemekle suçlandığını anlattı.

Yayla, hükümetinin gönüllülerin IŞİD saflarına katılmasına izin verme konusundaki bilinçli politikasına itiraz ettiği için görevinden atıldı ve tanık olduğu şeyleri asla açıklamaması gerektiği konusunda uyarıldı. Türkiye’yi terk ederek ABD’ye göç etti ve kişisel deneyimleri hakkında Kongre’de ifade vermesi istendi. İfadesi Türk yetkililer tarafından öğrenildikten sonra, Türkiye’deki oğlu tutuklandı ve herhangi bir suçlama yapılmaksızın bir yıl hapis cezasına çarptırıldı. Oğlu serbest bırakılmasının ardından Avrupa’ya kaçtı ve artık Türkiye’ye hiçbir zaman ayak basamayacak.

Arbana Xharra, Kosova’dan bir araştırmacı gazeteci. Dini aşırılıklar ve Erdoğan’ın Balkanlar’daki İslami gündemine dair çok sayıda yazılar kaleme aldı. Yazdığı kritik raporlar nedeniyle fiziksel olarak saldırıya uğradı ve hastaneye yatırıldı. 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı’ndan Uluslararası Kadınlar Cesaret Ödülü’nü aldı. Onun Erdoğan’ın Balkanlar’da neler yaptığına dair çalışmaları, Erdoğan’ın bu ülkeleri kendi yörüngesine çekmeye yönelik kapsamlı çabalarına inanamayan pek çok kişiyi hayrete düşürdü.

Xharra, Erdoğan’ın Balkanlar’da Sünni İslam’ı yaymak için özel olarak tasarlanan camiler inşa etme konusundaki yatırımlarını ve gençleri ve duyarlı kesimleri etkilemek için İslam’ın öğretilmesi amacıyla buralara Türk imamların atamasını ayrıntılı olarak anlattı. Erdoğan’ın, Balkan liderlerini nasıl manipüle ettiğini ve nüfuzunu artırmak için İslam’ı bir araç olarak kullanarak bu ülkelere ne gibi yatırımlar yaptığını açıkladı.

TİKA ve Diyanet’in, Erdoğan’ın yüzlerce dini kurum inşa ettirdiği Balkanlarda ana araçları olduğunu ifade etti. Dahası, Erdoğan’ın, bölgedeki havalimanları, altyapı, madenler, enerji dağıtımı gibi kritik varlıkların finanse edilerek büyük ölçüde Türkiye tarafından yönetilmesini sağladığını anlattı.

Erdoğan’ın gizli servisinin bu yılın başlarında Gülen ile bağlantılı olduklarından şüphelenilen altı Türk vatandaşını Kosova’dan nasıl kaçırdığını ve bunları nasıl Türk hapishanesine attığını izah etti. Resmi olarak Erdoğan’ın İslami gündemini yayma faaliyetleri gerçekleştiren bir kurum olmasına rağmen, Diyanetin, Türkiye’den kaçan Türk vatandaşları ve Kosova’nın içişlerine Erdoğan’ın müdahil olmasına muhalefet gösteren Kosovalılar hakkında casusluk faaliyetleri içinde olduğunu anlattı.

Dr. Aslandoğan, Gülen cemaati ile olan ilişkisi nedeniyle tutuklanmaktan korkarak Türkiye’den kaçan bir Türk vatandaşıdır. Kendisi şu anda İnsanlığın ortak değerleri etrafında farklı geçmişlere sahip vatandaşların bir araya gelmesini teşvik eden Ortak Değerler İttifakı’nın (AFSV) İcra Direktörüdür.

Dr. Aslandoğan, Erdoğan’ın başlangıçta demokrasiyi nasıl kucakladığını ve etkileyici sosyo-politik ve ekonomik reformlara nasıl başladığını ve bu sayede Atatürk’ten bu yana Türkiye içinde ve dışında en saygın ve sevilen Türk lideri olduğunu anlattı. Fakat Erdoğan için demokrasi “hedefinize ulaştıktan sonra indiğiniz bir otobüs” gibidir.

Aslandoğan, iktidarının ilk yıllarında ekonomik kalkınma konusuna odaklanması, Erdoğan’a siyasi destek için güvenebileceği güçlü bir halk desteği sağladı dedi. Bu da ona, tüm muhaliflerini tasfiye etmesi için fırsat olarak kullandığı Temmuz 2016’da gerçekleşen başarısız askeri darbeyi planlama imkânı tanıdı.

Ancak, Aslandoğan, dört ön şartın yerine getirilmesi koşuluyla demokrasinin hâlâ Türkiye’ye dönebileceği konusunda iyimser: özgürlüğe ve demokrasiye bağlı yeni liderler, eğitime odaklanmak ve daha liberal bir müfredat sunmak, sivil toplumu geliştirmek ve demokratik kurumların inşasına odaklanmak ve son olarak, Batı’nın ülke ile alakalı katılımını sağlamak ve Batı ile sürekli genişleyen kültürel bağlar kurmak.

Erdoğan’ın liderliği altında demokrasiyi yeniden inşa etmenin ne yazık mümkün olmadığını belirten Aslandoğan, Erdoğan’ın kendi İslami gündemini yaymada fazlasıyla yol aldığını ve anayasa değişiklikleriyle güvence altına aldığı mutlak iktidarı gönüllü olarak asla terk etmeyeceğini sözlerine ekledi.

Panelistlerim masalcı değildi; onlar kendi halkına ihanet eden bir diktatörün acımasızlığının ve yolsuzluğunun görgü tanıklarıydılar. Ülkeye varır varmaz derhal tutuklanmaktan korktukları, devlete karşı işlemedikleri uydurma suçlarla suçlanacakları, kurgu mahkemelerde yargılanacakları ve yıllarca hapis cezasına çarptırılacakları için hiçbiri Türkiye’ye geri dönemez. Dinleyiciler arasından bir bayan, gözyaşları içinde, NATO tarafından eğitilen bir Türk askeri olan eşinin hiçbir gerekçe gösterilmeden tutuklanarak hapse atıldığını ve hâlâ hapiste çürüdüğünü anlattı.

Burada sorulması gereken soru, Batılı yetkililerin Erdoğan’ın acımasızlığını neden görmezlikten geldikleri ve niye hâlâ ona diplomatik saygı ile davranmaya devam ettikleridir. Panelistlerim bu konuda üç nedeni saydılar: Türkiye bir NATO üyesi olması, stratejik bir müttefik olması ve Doğu ile Batı arasında köprü vazifesi gören bölgesel bir güç olması.

Önemli bir NATO üyesi, S-400 hava savunma sistemini satın alarak Batı’nın en büyük düşmanı olan Rusya ile sıkı fıkı olmamalıdır. S-400 sistemi sadece Batı’nın hava savunmasıyla uyumsuz olmakla kalmayacak, aynı zamanda NATO savunmasının bir parçası olarak mevzilendirildiğinde ABD’nin duyarlı teknolojisine de zarar verecektir.

Stratejik bir müttefik, gönüllülerin Suriye ve Irak’taki IŞİD saflarına katılmaları için sınırlarını serbestçe geçmesine izin vermez ve nakit para ile petrol satın alarak IŞİD’in karaborsada silah satın almasına imkân tanımaz. Stratejik bir müttefik ABD’nin bölgedeki diğer bir müttefiki olan Suriyeli Kürtlerle savaşmaz. Rusya ve İran’la anlaşarak Suriye’nin geleceği hakkında söz sahibi olmasını önlemek amacıyla ABD’nin arkasından dolaplar çevirmez.

Türkiye, Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak kıymet ifade etmekten çok sorun kaynağı olmaya devam ediyor. Erdoğan, taleplerini karşılamadıkları takdirde, Batı Avrupa ülkelerini, Suriyeli mültecilerle doldurmakta tehdit ediyor. Petrol ve doğal gaz geçiş merkezi olarak Türkiye, Avrupa’nın enerji ihtiyacının büyük bir kısmını Orta Doğu’dan gelerek toprakları üzerinden geçen boru hattı ağı aracılığıyla sağlıyor. Türkiye’nin bu enerji akışını her an bozabileceği ihtimali AB’ni korkutarak tedirgin ediyor. Bölgesel bir güç olarak Erdoğan Türkiye’si yapıcı ve istikrarlı bir güç rolü oynamak yerine, uluslararası sorunları kızıştırıyor.

Asıl mesele Batı’nın, büyük insan hakları ihlalleri yapmaya devam eden bir despota, onu açık olarak kınamadan, ne kadar uzun bir süre katlanacağıdır. Batı, sadece bir Tiranla uyuşmak adına ahlaki değerlerini daha ne kadar uzun süre kurban edecek?

Haydutlarını ülkemize gönderen ve özgür konuşma ve toplanma hakkımıza meydan okuyan yabancı bir otokrata nasıl tahammül edebiliriz? Geçen mayıs ayında Erdoğan’ın özel korumalarının, Washington’da onun kendi halkına yaptığı zalim muameleyi protesto eden küçük ve barışçıl bir gösteriye şiddetle saldırmaları hala hafızamızda duruyor.

ABD ve AB’nin Erdoğan’dan kendi halkına karşı tasfiyesini durdurmasını, aşırılık yanlısı Müslüman gruplara olan bariz desteğini sona erdirmesini, diğer ülkelerin içişlerine müdahale etmeye son vermesini, Suriye Kürtleri ile çatışmayı durdurmasını, Rusya ile yaptığı silah anlaşmasını iptal etmesini ve ABD’nin bölgedeki müttefiklerini baltalayan İran’la işbirliğini kesmesini talep etmesinin vakti geldi de geçiyor bile.

ABD ve AB, Erdoğan’ın bir müttefik olmadığının farkına varmalı. O bir düşman ve ona bunun gereğince davranılmalıdır.

TAGS
Genel
SHARE ARTICLE