Türk Seçmenler Erdoğan’ın Şeytani Yaptırımlarını Unutmamalı
Alon Ben-Meir ve Arbana Xharra
Türk halkı 14 Mayıs’ta meclis ve Cumhurbaşkanlığı seçimleri için oy kullanmak üzere sandık başına giderken, Erdoğan’ın ülkesine yaptıkları ve vatandaşlarına olan davranışları milyonların yakasını hâlâ bırakmıyor. Erdoğan’ın yeniden zafer ilan etmek için elindeki her türlü gücü kullanıp, olası tüm sinsi planları yürürlüğe sokacağı şüphesiz. Buna rağmen, geçtiğimiz on yılda yaptığı acımasız davranışları seçmenler tarafından unutulmadığı için özellikle son anketlere göre seçimi kaybetmesi söz konusu.
Erdoğan, halkını oldukça gaddar kurallara, kararnamelere tabi tuttu ve yaptığı geniş çaplı yolsuzlukların yanı sıra binlerce masum insanın ve çok sayıda gazetecinin keyfi tutukluluğuna sebebiyet verdi. Meclisin en büyük üçüncü partisi olan Kürt asıllı Hakların Demokratik Partisi (HDP) üyelerini gözaltına almaya, Kürtlerin en temel insani ve kültürel haklarını göz ardı etmeye devam ederek toplumu terörize etti.
Bu arada ekonomi serbest düşüşte, enflasyon oranları yüzde ellilerde seyrediyorken, Türk lirası dolar ve euro karşısında değer kaybetmeye devam ediyor ve işsizlik oranları yüzde on marjında seyrediyor. Erdoğan’ın 50 bin kişinin hayatını kaybetmesine sebep olan, milyonların geçim kaynaklarını ortadan kaldıran korkunç deprem ile mücadelesindeki yetersizliklere henüz değinmedik bile.
Bu karamsar tabloya bakıldığında Erdoğan’ın seçimi elbette kaybedeceği düşünülebilir. Bununla birlikte, dur durak bilmeyen iktidar hırsı ve Haziran 2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yıldönümünde başkanlık yapma konusundaki arzusuyla bilenen Erdoğan, özellikle halk oyları sonucu aradaki farkın yüzde bir veya iki olması durumunda, iktidarını sürdürmek için taş üstünde taş bırakmayacaktır.
Eğer seçimi kaybederse, Erdoğan kesinlikle sonuçlara itiraz edecektir. Yardakçılarını seçim prosedürlerini bozmaları için sahaya yollayabilir, seçmen pusulalarının çalındığını iddia edebilir (ki bu belki size tanıdık gelmiş olabilir), oyların yeniden sayılmasını talep edebilir ve barışçıl bir devir teslim sürecine direnebilir. Her ne olursa olsun, birçok sebeple bu seçimin tarihi sonuçları olacaktır.
Öncelikle, Erdoğan’ın iktidardan indirilmesi Türkiye için yeni bir dönemin başlangıcı demektir. Geçtiğimiz yirmi yıl boyunca Erdoğan sistematik bir şekilde daha da güçlendi ve fiilen bir diktatöre dönüştü. AKP’nin kontrolündeki meclis iyice işlevsiz bir hale gelirken, Erdoğan özellikle tehdit olarak algıladıklarına, Gülen hareketiyle muhtemel herhangi bir bağlantısı olan kişilere, Kürtlere ve basın mensuplarına karşı zalim otoriterliğinden taviz vermedi ve bir diğer yandan Türkiye’deki demokrasiyi aşındırmaya devam etti.
Türk Emniyet Teşkilatında Terörle Mücadele ve Operasyon dairesinde 20 yıl çalışmış kıdemli Ahmet S. Yayla’nın dediği gibi, “14 Mayıs’ta Türkiye halkı rejim değişikliği için oy kullanacak ve ülke otoriter bir yönetim olarak kalmaya devam mı edecek yoksa gerçek bir demokrasi olma yoluna geri mi dönecek, bunun kararını verecek”. Bu nedenle seçimin nihai sonucu hemen hemen her Türk vatandaşı üzerinde büyük bir etki yaratacaktır.
İkinci olarak geçtiğimiz yıllarda Erdoğan hem Amerika’yı hem de çoğu Avrupa Birliği ülkesini birçok konuda devreden çıkartmayı başarmıştı. Bunu NATO askeri doktrinini hiçe sayıp Rusya’dan S-400 hava savunma sistemini satın alarak, IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin müttefiki olan Suriyeli Kürtlere yönelik amansız saldırılar gerçekleştirerek, Yunanistan’la girdiği hiç bitmeyen çatışmalarla, İsveç’i NATO’ya kabul etmeyi reddederek ve Batı’nın en büyük düşmanı olan Rusya Devlet Başkanı Putin’e yakınlaşmaya devam ederek gerçekleştirdi. Erdoğan NATO içinde yıkıcı bir güç olmuştur ve halen bu pozisyonunu devam ettirmektedir.
Yaklaşan seçimler, Türk halkının Erdoğan’ı görevden almak için başvurabileceği son çare. Kazanması halinde başarısız iç ve dış politikalarıyla ilgili Batılıların endişelerine karşıt meydan okumak için kendisini hem daha haklı hem de daha cesaretli hissedecektir. Bu durum yalnızca Ukrayna’daki savaş nedeniyle değil, aynı zamanda çatışmanın nihai sonucu ve savaş bittiğinde NATO’nun merkezinde yer alan ortaklığın devamı açısından da çok önemlidir.
Üçüncüsü, Erdoğan’ın zaferi, hemen hemen her kıtada artan otoriter eğilimleri destekleyecektir. Avrupa Birliği içinde Macaristan ve Polonya’da Viktor Orbán ve Andrzej Duda, Hindistan’da Narendra Modi, İsrail’de Netanyahu, Rusya’da Putin ve ABD’de Trump bulunuyor. Bu endişe verici eğilim, yalnızca demokrasileri baltalamakla kalmıyor, aynı zamanda II. Dünya Savaşı’ndan sonra ortaya çıkan dünya düzenini de önemli ölçüde etkiliyor. Hele ki dünyanın otoriter rejimlerle baş etmeye çabaladığı bir zamanda, Erdoğan da dahil olmak üzere bu tür liderleri özgür ve adil seçimlerle mağlup etmek, diğer muhtemel diktatörlere açık bir mesaj verecektir.
Bu nedenle, Türk halkı sandıklara giderken sadece kendi demokratik kurumlarını yeniden inşa etmek ve insan haklarını korumak için değil, yabancı ülkelerde benzer rejimler altında yaşayan diğer insanların haklarını da savunduğunu, acımasızca ve sistematik olarak başka halkların özgürlüklerini ihlal edip cezasız kalan rejimlerle de mücadele ettiğini bilmelidir. Bu mevcut veya yükselişte olan diktatörler, ister gerçekten ülkelerinin menfaati için hareket ettiklerine, ister şahsi kazançlar ve kişisel tatminler için mutlak güç kullandıklarına inansın, sonunda siyaset sahnesini aşağılanmış ve rezil bir biçimde terk edeceklerdir. Türk milleti şimdi tam da bunu yapma olanağına sahip olduğu için bu sonucu sağlayabilir.
Son anketler ana muhalefet adayı Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı, 6’lı Masa ve Millet İttifakının Cumhurbaşkanı Adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun önde olduğunu gösterse de Erdoğan’la arasındaki yarış çok çetin devam ediyor. Ancak, Erdoğan’ın yeni bir zafer kazanmasına engel olabilecek birkaç faktör daha mevcut.
Öncelikle, depremden etkilenen ve oy kullanma olasılığı düşük olan bir milyondan fazla Türk var. İkinci olarak, diasporada daha önce Erdoğan’a oy veren 3,4 milyon Türk seçmenin yüzde 65’inden (toplam seçmenlerin yaklaşık yüzde 5,3’ünü oluşturuyor) diğer seçimlerin aksine, birçoğunun bu sefer Erdoğan’ın gaddar yönetimi, devam eden rejimle ilgili hayal kırıklıkları ve Türkiye’deki ailelerinin acılarının giderilmemesinden ötürü kaybedileceği öngörülüyor. Ayrıca Almanya, ülkesindeki 1,5 milyon Türk seçmenin katılımını büyük ölçüde etkileyebilecek sandık sayısını artırmayı reddetti.
Üçüncüsü, önceki seçimlerden farklı olarak, Türk halkının çoğunluğu artık geri dönülmez bir noktaya vardı. Seçimlere katılım önceki yıllara göre hayli artacak gibi gözüküyor. Erdoğan’ın seçim sonuçlarına itiraz etmesini veya barışçıl bir şekilde iktidarı devretmeyi reddetmesini önlemek için, muhalefetin zafer marjını en az yüzde dört ila beş puan fark ile kapatması gerekiyor. Ancak Erdoğan bu geçiş sürecini gönüllü olarak yapmayacağı için, onu yeni bir zaferden mahrum etmek ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunun yüzüncü yılında cumhurbaşkanı olma onurunu elinden almak Türk halkına bağlıdır.
Türkiye hem bölgesel hem de küresel bir güç olma potansiyeline sahip bir ülke fakat öncelikle Erdoğan’ın yoldan çekilmesi gerekiyor. Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu “Devleti yeniden ayağa kaldırıp yaralarını saracağım, halka yaşama sevincini geri vereceğim” dedi. Türk halkının, eğer irade gösterirlerse, Kemal Kılıçdaroğlu’na tam da bu dönüşümü gerçekleştirme yetkisini vermek için her türlü gerekçesi mevcuttur.
Dr. Alon Ben-Meir, NYU Küresel İlişkiler Merkezi’nden emekli bir uluslararası ilişkiler profesörüdür. Uluslararası müzakere ve Ortadoğu çalışmaları üzerine dersler vermektedir.
Arbana Xharra, dini aşırılık yanlıları ve Türkiye’nin Balkanlar’da işlediği İslami gündemler hakkında bir dizi araştırma raporu yazdı. Haberciliğiyle çok sayıda ödül kazandı ve 2015 yılında ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Uluslararası Cesur Kadınlar Ödülü’ne layık görüldü.