Obama’n?n bar?? taarruzu
Alon Ben-Meir -22 Temmuz, 2009
Kısa bir süre önce Orta Doğu'ya yaptığım ziyarette aralarında yaşamın farklı kesimlerinden yüksek hükümet yetkililerinin, yerleşimcilerin ve "Barış Şimdi" hareketinin üyelerinin de bulunduğu birçok İsrailli ve Filistinli ile tanışma fırsatım oldu. Ayrıca üniversite öğretim üyeleri, anketörler, gazeteciler, eski askeri ve istihbarat personeli ve daha başkalarıyla da tanıştım. Çelişkili bir şekilde, tekrar tekrar yapılan kamuoyu yoklamaları yüzde 68-72 oranında İsrailli ve Filistinlilerden oluşan büyük bir çoğunluğun iki devlet çözümüne dayalı barış istediklerini ortaya koyarken çoğunluğun mutabakatına rağmen kendi gündemlerini geliştirmeye devam eden çeşitli gruplar ve fraksiyonlar arasında birlik yok. Duyduklarım ve gördüklerim de hem İsrail hem de Filistin toplumunda siyasi bağlılık olmadığını adeta doğruluyor.
Siyasette hizipçilik yoğun kişisel rekabetle eşleşince bir liderin veya partinin çoğunluk tarafından desteklenmesini sık sık engelliyor. Bu, Netanyahu'nun Shas, Yisrael Betanu ve diğer sağ kanat unsurlarla gerçekleştirdiği koalisyon ile Mahmud Abbas'ın el Fetih içindeki ve Hamas'tan aldığı destek için de geçerli. Daha kötüsü ise iletişimsizlik sürerken İsrail ve Filistinlilerin ulusal özlemleri, talepleri ve niyetleri konusunda birbirlerini yanlış algılıyor olmalarının devam etmesi. Birçok Arap ve İsrailli birbirlerinin psikolojik eğilimlerine şüphe ve umursamazlıkla yaklaşıyor. Ancak İsrailli ve Filistinlilerin önemli bir kısmı barışcıl yollardan iki devletli çözüm ve normal ilişkilerden yana tavır alıyor. Öyleyse neden her iki tarafta da çözüm için ulus bazında bir itici güç yok? Buna aşağıdaki gibi cevap verilebilir:
Birincisi, her iki tarafın da yakın bir zamanda barışın güvenlik ve haysiyet çerçevesinde getirilmesi konusunda birbirlerinin liderlik yeteneklerine inançları çok zayıf. İsrailliler ve Filistinliler kararlı, ileri görüşlü ve cesur liderlerden yoksun. İsrail'de bir koalisyon hükümetinin doğası çoğu zaman başbakanın kavganın içine düşmeden ve hükümetin alaşağı edilmesi riski olmaksızın barışı getirebilecek kesin tedbirler almasını engelliyor. Netanyahu'nun koalisyon hükümeti Knesset'te çoğunluğu elinde bulundurmakla birlikte tek bir hükümet ve barışı sağlayabilecek bir lider için birbirine kenetlenmiş olarak hazır bekleyen İsraillilerin çoğunu temsil etmekten uzak.
Öte yandan Filistinliler bir liderin kendi iktidarını riske atmaksızın gerekli tavizleri vermesini imkânsız hale getiren yoğun hizipçiliğin acısını çekiyor. Ilımlıların çoğu Mahmud Abbas kendileri için kaydadeğer herhangi bir kazanıma imza atamadığı gerekçesiyle ona tam destek vermekte zorlansalar da Abbas ılımlıları temsil ediyor. İsrail'in ortadan kaldırılması çağrısına yer verilen Hamas tüzüğü İsraillilere ve uluslararası toplumun bir kısmına karşı hem saldırgan hem de hoşgörüsüz. Ancak çok daha iyi örgütlenmiş Hamas Gazze'deki tabanın desteğini kazanmaktan memnun. Bu iki gurubun siyasi gündemlerinde uzlaşma sağlanmadan İsrail ve Amerika müzakereye oturacak güçlü bir ortaktan yoksun kalacak. Dahası, her iki taraf da sık sık bu iç bölünmeyi ve anlaşmazlığı bahane ederek katı davranıyorlar.
İkincisi, İsrailli ve Filistinli birçok lider konumlarının kendilerine biraz daha zaman verilmesiyle güçleneceğini ve daha fazla taviz verilmesine yol açabileceğine hâlâ inanıyor; dolayısıyla herhangi bir anlaşmanın aceleye getirilmemesi gerektiğini ileri sürüyorlar. Bu duruma her iki tarafta da güçlü tepkisel unsurlar eşlik ediyor. İsrail'de hâlâ ve özellikle yerleşimciler arasında "Büyük İsrail"i arayanlar var. Filistin tarafında ise İslami Cihad ve Hamas gibi kimi gruplar İsrail de dâhil olmak üzere Filistin'in tamamında yönetime talip. Bunlar kuvvet kullanarak mümkün olmazsa beklemek ve Yahudi çoğunluğu demografi ile alt etmek düşüncesini benimsiyorlar. Bu fikirle bazı Filistinli aşırılar arasında taraftar toplamaya başlayan tek devletli çözüme sıcak bakıyorlar.
Üçüncüsü, ne İsrail ne de Filistin hükümeti iki devlet esasına dayalı bir çözümle barış içinde birlikte yaşamanın kaçınılmazlığına halkı hazırlamak gibi bir girişimde bulunuyor. Öte yandan, İsrailli yetkililer kaydadeğer bir Filistinli muhatap olmamasından söz ediyor, İsrail'e karşı şiddetin sürdürülmesinden şikâyet ediyor. Filistin medyası ve aleni kınamalar toplumu İsrail'e karşı kışkırtırmaya devam ediyor, birlikte yaşama ihtimaline tamiri imkânsız biçimde zarar veren nefret dolu bir dil kullanıyor.
Dördüncüsü, her iki taraf kısasa kısas sürecindeyken taraflardan hiç biri en önce kendi elindeki kartları göstermek istemiyor. Her iki taraf da birbirlerine ne ölçüde katlanabileceklerine dair iç anlaşmazlıklar yaşarken görüşmelerde daha üstün taraf olmaya çalışıyor. Örneğin, İsrail hükümeti Kudüs'ün İsrail'in evrensel başkenti olarak gelecekte birleştirilmesinde taviz vermeyecek gibi dururken Filistinlilerin de mültecilerin geri dönüş hakları konusunda özveride bulunmaları muhtemel görünmüyor. Aslında gerçekte her iki taraf da duruşlarını hayli değiştirdiler ve bu iki hayati konu üzerinde daha önceki müzakerelerde ilke anlaşmasına vardılar.
Son olarak, İsraillilere ve Filistinlilere aralarındaki sorunu giderebilmeleri için tutarlı dış baskı yapılmıyor. ABD yıllardır bu konuda gayret sarfetmesine rağmen çabaları istikrarsızdı ve tarafları barış için bir araya getirecek bir liderlik gösteremedi. Clinton ve Bush hükümetleri İsrail-Filistin anlaşmazlığına kendi görev sürelerinin sonuna yakın ilgi göstermeye başladılar. Amerika en etkili güç olarak kendisini ortaya koymakta başarısız. Bush yönetimi 2000-2006 döneminde İkinci İntifada yıllarında sık sık aşırı şiddetin barış sürecini engellemesine müsade etti. Arap devletleri de çoğu zaman Filistin sorununu kendi ülkelerindeki başarısızlıkları örtmek için kullandılar. Ancak son birkaç yıldır bazı Arap ülkeleri kapsamlı bir Arap-İsrail barışı çağırısında bulunan Arap Barış Girişimi'ni geliştirecek gayretlerde bulunmaya başladılar. Boyutları ve içerimleri tarihî olsa da girişim statik çünkü tarafların hiç biri bu girişimi gerçek bir barış sürecine dönüştürmeye hazır ve istekli değiller.
Bu çelişkili gerçek gözönünde bulundurulsa ne İsrailliler nede Filistinliler sorunu kendi başlarına çözme yeteneğine sahip değiller. Bu nedenle Obama yönetiminin iddialı bir siyasi gündemin ardına düşmesi ve anlaşma zemini oluşturmak üzere bütün tarafların tereddütsüz ödün verme taahhüdünde bulunmalarını sağlaması gerekmektedir.
ABD İsrailliler, Filistinliler veya Arap devletleriyle uzun soluklu barışın oluşturulması için nelerin gerekli olduğu konusunda kaçamak görüşmelerde bulunamaz. Ancak barış için Obama yönetimi daha önceki hükümetlerin düştüğü tuzaklara düşmemek üzere bazı önkoşullar öne sürmeli ve özellikle Orta Doğu'da İsrail ile barıştan yana tavır alan Arap ülkeleri arasında siyasi ortamın değişikliğini yüksek sesle dile getirmelidir.
Yerleşim bölgelerinin genişletilmesini durdurmak:
İsrail-Filistin müzakerelerinde dinamiklerin değiştirilmesi konusunda yerleşim bölgelerinin genişletilmesini durdurmak en önemli unsurlardan biridir. Yerleşim bölgeleri herşeyden çok İsraillilerin bölgeyi boşaltmayı ciddi şekilde düşünmeye niyetli olmadıklarını ve iki devletli çözüm fikrine inanmadıklarına işaret eden açık bir mesaj göndermektedir. Eğer İsrail yerleşke inşasını durdurmuş olsaydı bu durum Abbas'ın elini güçlendirir, İsral'in bulunabileceği olağanüstü tavizde kendisinin de payı bulunduğunu iddia etmesine sebep olurdu. Bu konuda Obama yönetimi ve İsrail arasındaki anlaşmazlığın giderilmesi için her iki tarafın da ucu açık bir askıya alma süreci yerine sınır anlaşmazlığının çözümüne kadar bir süreliğine yerleşke inşaatının durdurulması konusunda mutabakata varmaları gerekmektedir. Daha sonra genişleme kaldığı yerden devam edebilir ve Filistinlilerle varılacak anlaşma ile gerçek İsrail topraklarına eklemlenebilir. İsrail hükümeti ayrıca Batı Şeria'da Filistinlilere karşı şiddet girişiminde bulunan yerleşimcileri kontol altında tutmalıdır. İsrail'le işbirliği ve yerleşke inşaatının durdurulması için bunun karşılığında Obama yönetimi Filistin Yönetimi'nden Filistin medyasında İsrail'e karşı girişilen özellikle Arapça bütün kışkırtmaların sona erdirilmesi talebinde bulunmalıdır. Buna aynı zamanda Orta Doğu'daki Barış Araştırma Enstitüsü'nün teşvik ettiği gibi okul kitaplarının gözden geçirilerek düzeltilmesi de dâhil edilmelidir. Dahası, Gazze Savaşı'ndan bu yana İsrail'e karşı girişilen şiddet saldırıları epey azalmış olsa da Filistin Yönetimi gelecekteki saldırıları önleyecek her türlü tedbiri almaya devam etmelidir. Ek olarak, Filistin Yönetimi, İsrail ile barış içinde yaşama ait değerleri yükseltecek halkla ilişkiler kampanyaları düzenlenmesini sağlamalıdır.
Filistin Birlik Hükümeti'nin teşvik edilmesi
Birlik hükümetinin kurulması uzun soluklu bir İsrail-Filistin barışının merkezinde yer almaktadır. Obama yönetimi Mısır ve Suudi Arabistan'a Hamas ve Filistin Yönetimi'nin birlik hükümetine doğru ilerlemelerinin sağlanması için ellerinden geleni yapmaları konusunda baskıda bulunmalıdır. Hamas'ın Arap Barış Girişimi'ni kabul etmesini sağlayacak her türlü çaba gösterilmelidir. Hamas'ın kendi tüzüğünü hemen bir kenara bırakarak İsrail'i tanıması ihtimal dışıdır. Dolayısıyla Arap Barış Girişimi'nin 22 Arap devletiyle dayanışma sözleşmesi olarak kabul edilmesi Hamas lider kadrosunun zevahiri kurtarmasına yardımcı olabilir. Bu aynı zamanda İsrail ve ABD'nin de Hamas ile dolaylı da olsa anlaşmaya varmalarını, Arap Barış Girişimi'ni uygun bir barış çerçevesi olarak ciddiye almalarını sağlayabilir.Geçen yıl İsrail'in Gazze saldırıları, sınır geçişlerinin kapatılması, Gazze'deki ve diğer Arap ülkelerindeki Filistinlilerin Hamas politikalarına karşı duydukları hayal kırıklığının artması nedeniyle oldukça zayıflayan Hamas şimdi birlik hükümeti kurulmasına her zamankinden daha meyilli olabilir. Üstelik Hamas lider kadrosu barış sürecinde söz sahibi olabilmek için iki devletli çözüm konusundaki tartışmalara daha açık bir görünüm veriyor. Başka türlü Hamas ve Filistin Yönetimi arasında giderek açılan uçurum anlaşmazlığın taraflarına bir fayda sağlamayacak ve büyük ölçekli şiddet ihtimali var olmaya devam edecektir.
Gerilimin azaltılması
Batı Şeria'da önemli ilerleme kaydedilmesine, Filistinliler göreceli olarak ekonomik refah ve özgürlüğün tadını çıkarmalarına rağmen İsrail Batı Şeria'da Filistinlilerin yaşamını daha da kolaylaştırabilecek çok şey yapabilir ve Abbas'ı daha da güçlendirebilir. İsrail önce Abbas'ı zayıflatıp sonra da onu zayıf ve tutarsız olmakla suçlayamaz. İsrail yollardaki barikatları kaldırmaya devam etmeli, binlerce mahkumu salıvermeli ve daha binlerce Filistinlinin İsrail'de çalışmasına izin vermelidir. Bu tavizler görüşmelerin sonucu ve bir zafer olarak Abbas'a ihale edilmelidir. İsrail ayrıca kalabalık konutlarda yaşayan okul ve yerleşim birimlerine ihtiyaç duyan Filistinlilere daha fazla inşaat ihalesi vermelidir. 2000-2007 döneminde Batı Şeria'da Filistinlilere sadece 91 inşaat izni verilirken aynı bölgede İsrailli yerleşimciler 18,472 yerleşim birimi inşa ettiler ki bu durum yalnızca kırgınlıkları beslemiş oldu. Mevcut durumun değişmesi halinde ilk önce ve en çok Abbas'ın sıradan Filistinlilerin gözündeki değeri artacak, özellikle sınır düzenlemeleri ve Filistinli mültecilere ilişkin olarak Abbas'ın İsrail'e daha fazla taviz vermesini sağlayacaktır. İlâveten, bu çabalar Abbas'ın Hamas'la birlik hükümeti oluşturulmak üzere yapacağı görüşmelerde elini güçlendirecek ve kendisinin İsrailliler için daha etkin bir muhatap olduğunu gösterebilmesine yardım edecektir. Nihayet, İsrailin vereceği tavizler Batı Şeria'da yaşayan Filistinlilerin yaşam kalitesi ve bireysel özgürlüklerde farklılık yaratılmasına ve itidalin ödüllendirildiğinin gösterilmesine yardımcı olacaktır.
Arap Barış Girişimi'nin güven inşa eden tedbirlere dönüştürülmesi
Obama yönetimi Arap ülkelerini Arap Barış Girişimi'ni güven inşa edecek tedbirlere dönüştürmeleri için ikna etmelidir. İsrail'e barış için 1967'de işgal ettiği toprakları iade etmesi çağırısında bulunan böyle bir tarihi belge Filistinli mültecilere doğru bir çözüm bulunması yalnızca çok önemli olmakla kalmayıp aynı zamanda kapsamlı bir Arap-İsrail barışına temel teşkil edecektir. Kısa bir süre önce Washington Post'ta yayımlanan makalesinde Bahreyn Veliaht Prensi Şeyh Salman bin Hamad el Halife Arapların Barış Girişimi'ni desteklemelerinin gerekli olduğunu güçlü bir dille ifade etti: "Tarafların karşılıklı olarak ilk hamleyi yapabilmek için birbirlerini beklediği bu küçük akıllı bekleme oyununu durdurmalıyız. Bundan daha fazlasını yapabilmeliyiz." Örneğin, Arap ülkeleri sembolik de olsa bir takım özel eylemlerde bulunabilirler. Arap devletleri sözgelimi İsrailli yolcu ve kargo uçaklarına Arap toprakları üzerinden uçuş izin verebilirler, Ürdün ve Mısır'dan başka diğer Arap ülkelerinde de ticaret büroları açılmasına müsade edebilir, kültür alışverişinde bulunabilir ve bu girişimle ilgili olarak samimiyetlerini göstermek üzere Arap yetkililerinin İsrailli meslektaşlarıyla bir araya gelmelerini engelleyen yasağı kaldırabilirler.
Arap Ligi tarafından Barış Girişimi'ni teşvik etmek üzere görevlendirilen Ürdün ve Mısır da İsraillilerin daha fazla desteğini kazanabilmek için daha fazla jestte bulunmaya başlasalar iyi olur. Ürdünlü ve Mısırlı temsilciler İsrail kamuoyuna Arap Barış Girişimi'nin bir görüşme ve kapsamlı barış çerçevesi olduğunu açıklamalı, bunun yalnızca bir "al ya da bırak" tarzında bir teklif olmadığını anlatmalıdırlar. İsrail ile henüz diplomatik bağ kurmamış Arap devletleri Ürdün ve Mısır'ı bu gayretleri nedeniyle desteklemeli ve İsrail kamuoyunu kazanacak büyük ölçekli bir Arap gayreti olarak görülmesi için çalışmalıdırlar.
İsrailliler de şimdiye kadar cansız bir hükümet tepkisi olarak görülen Arap Barış Girişimi'ni etkili bir şekilde desteklemelidir. Bu girişimi kendi ofislerinde tartışan ve özel toplantılarda ona destek veren üniversite öğretim üyeleri, eski askeri ve istihbarat görevlileri ile eski büyükelçiler bu diyaloğun İsrail sokaklarında yankılanması için tartışamları daha halka açık hale getirmeleri gerekmektedir.
Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün de dahil olmak üzere Arap Sünni ülkelerin İran'ın nükleer programıyla ilgili derin endişeleri ve Arap-İsrail anlaşmazlığını geri plana iterek Tahran sokaklarına odaklanmak istemeleri dikkate alınmalıdır. Bu ülkeler bu aşamada İsrail'e daha önemli tavizler vermek üzerine yoğunlaşmalılar, İsrail'i İran'ın nükleer emellerine karşı en iyi savunma olarak görmelidirler. İsraillileri yatıştırmak için Amerikan Savunma Bakanı Bob Gates ile Obama yönetiminin İsrail ile İran tehdidi üzerinde daha yakın çalışmalarda bulunmaları ve netice itibarıyla İsraillilere Arap Barış Girişimi'ne olumlu yaklaşımını sağlamak üzere dil dökme konusunda daha iyi konumda olmaları gerekecektir.
İsrail-Suriye Barış Sürecinde ilerleme
İsrail-Suriye barış görüşmelerinde ilerleme kaydedilmesi Obama'nın barış taarruzunun bir parçası olmalıdır. Suriye bölgesel istikrarın anahtarını elinde bulundurmakta ve kapsamlı bölgesel içerimleri bünyesinde barındıran bir jeostratejik konumda yer almaktadır. Obama yönetimi öncelikli olarak İsrail-Filistin sorununa yönelmekle birlikte aynı kararlılık ve sebat İsrail-Suriye düzleminde de gösterilmelidir. İsrail ve Suriye arasında sağlanacak barışın Şam'ın Hamas, Hizbullah ve onun İran'la ilişkileri üzerindeki etkisi üzerinde ciddi sonuçları olacaktır; dolayısıyla İsrail-Filistin uzlaşmasını kolaylaştıracaktır. İran'da yaşanan cumhurbaşkanlığı seçimi sonrasındaki iç çekişmeler özellikle önem taşımaktadır. İran çalkantı halindeyken Suriye onunla stratejik ittifakını yeniden düşünebilir İran'ın nükleer programı konusunda İsrail'in derin kaygıları İsrail hükümetinin Suriye'ye odaklanmasını cesaretlendirebilir. Nitekim İran'ı Akdeniz'den uzaklaştırmanın yolu Suriye'yi İran'dan uzaklaştırmaktan geçer ve bu ancak İsrail'in Suriye ile barışın Golan Tepeleri'nden daha önemli olduğuna inandığı zaman gerçekleşebilir. Golan Tepeleri'ndeki yerleşimcilerden oluşan gruplar İsrail ve ülkenin Arap komşularıyla barışı sağlayacaksa kendi evlerini terketmeye istekli olduklarını ifade etmektedirler. Ancak Netanyahu ve danışmanları Suriye konusunu ağırdan almaya devam etmektedirler. Suriye, Türkiye'nin arabuluculuğunda ve Ehud Olmert hükümeti zamanında yapılan müzakerelerde kalınan yerden devam etmeye istekli. Ama İsrail daha önceki mutabakatları dikkate almaksızın görüşmelere şartsız olarak yeniden başlamayı istemektedir. Bu nedenlerden dolayı, Obama yönetimi İsrail'e Suriye ile anlaşmaya varmak üzere gerekli baskıda bulunmalıdır. Karşılığında Şam İsrail ile barışın kendileri için kesinlikle stratejik bir seçenek olduğunu göstermeli ve İsrail ile ilişkilerin tamamen normalleştirilmesi için hazır olmalıdır.
Yola devam etmek
Şimdi soru, Obama yönetiminin yola devam edecek olup olmadığıdır. Bu durum, Amerikalılar tarafından sayısız uzlaşı girişiminin kısa süreli olurken veya anlaşmaya götürecek siyasi sermayeden yoksun kalırken Amerikan itibarının yerinde önemli bir testi olacaktır. Başkanlık koltuğuna oturduğu ilk gün barış taarruzunu başlatan Obama çözüm bulunması için taahhütte bulunmaktadır. Obama şimdi yola devam etme azmini göstermelidir. Obama yönetimi en azından başlangıçta 62 yıllık bu zorlu davanın gereği olarak büyük bir siyasi sermayeyi harekete geçirmelidir. İsrailliler ve Filistinliler kendisinin azmini denerken Obama acımasız olabilmelidir. İsrail'in ulusal güvenliğine Amerika'nın verdiği taahhütlerden tavizde bulunmasını gerektirmeyecek şekilde İsraillilerden ve Filistinlilerden talepte bulunurken tarafsız olabilmelidir. Dahası, Başkan Obama iki devletli çözümün değerini yüceltmek için İsrail'de bir halka ilişkiler atağına geçmelidir. Amerikan başkanının barış için neden bu kadar siyasi sermaye yatırımı yaptığını açıklaması gerekmektedir. Hem İsrailliler hem de Filistinliler muazzam yararların neler olduğunun ve başarısızlığın bedelinin ne olacağının tamamen farkında olmalıdırlar. İsrail kamuoyu kendi ulusal güvenlikleri açısında vazgeçilmez bir hami olarak gördükleri ABD'yi yabancılaştıran bir hükümete müsade etmeyecektir. Netanyahu ve Abbas'a yapılacak baskılar aynı zamanda her ikisini de barış için vermeleri gereken ödünler konusunda ihtiyaç duyacakları kılıf olacaktır.
Obama yönetimi İsrailli veya Arap direnişi karşısında geri çekilemez çünkü başarısızlığın bedeli Amerika'nın stratejik çıkarları ve Başkan Obama'nın liderlik etme yeteneği için önem arzeden bir bölgede kabul edilemez olacaktır. Barış sürecinin ertelenmesi yeni bir değerlendirme yapmak için mola anlamına gelmeyecek yalnızca barışı bozanların meyvelerini toplayabileceği bir anlaşmazlıkta şiddetin hayal bile edemeyeceğimiz boyutlara tırmanmasına bir başlangıç olacaktır.