Suriye’de Ölüm Batı’nın Vicdanına Kalmış
ABD Başkanı Trump’ın Suriye’de belirli kimyasal depolara ve araştırma tesislerine yapılan Amerikan saldırısını “görev başarıldı” olarak nitelemesi, amaçlanan hedeflerin gerçekten tahrip edilmiş olması bakımından teknik olarak doğrudur. Ancak görevin başarıldığının ilan edilmesi, Suriyelilerin halen yaşamaya devam ettikleri trajedi göz önüne alındığında, en iyi ihtimalle ümit kırıcı ve alaycı bir açıklamadır. Böylesi başlı başına bir saldırı, ABD’yi, Suriye halkını yabancı güçlerin ve son derece yozlaşmış bir rejimin kurbanı haline getiren bu savaşa son verme ahlaki sorumluluğundan hiçbir şekilde kurtaramaz. Suriye’de süregelen ölüm ve yıkım, II. Dünya Savaşı’ndan beri yaşanan diğer şiddetli çatışmalarla kıyaslanamayacak ölçüdedir. Amerika, bu eşi benzeri görülmemiş vahşetlerin karşısında sessiz kalmayı göze alamaz.
Irak’taki yıkıcı savaş tercihinden ve Afganistan’daki savaşın uzamasından çıkarılan dersler, Obama yönetimi altında olduğu gibi ABD’yi felç etmemelidir. ABD artık sırtını Suriye halkına dönemez. Amerika, Suriye’nin tamamen ABD ve müttefiklerinin bölgedeki çıkarları aleyhine işbirliği içinde çalışan ve Ankara’da iki defa bir araya gelmiş olan Rusya, İran ve Türkiye’nin heveslerine terkedilmesi durumunda, bölgedeki müttefiklerinde ortaya çıkabilecek olumsuz yansımaları dikkatlice değerlendirmelidir. Yaşanmakta olan bölgesel kargaşa göz önüne alındığında, ABD’nin rolü bugün 1970’lerdekinden daha kritik bir önem arz etmektedir. Her ne kadar Rusya, Suriye’de çok önemli bir rol oynuyor ve çözüm arayışları Rusya ile tam bir işbirliğini gerekli kılıyor olsa da, ABD, Suriye’yi bütünüyle Putin’in kaprislerine teslim edemez.
Bugün Amerika, Suriye’nin iç savaşına çözüm arayışında daha belirleyici bir rol üstlenmesini sağlayacak çok yönlü bir politika geliştirmelidir. Bu yeni politikanın her bir bileşeni ayrı ayrı dursa da, bunların tamamı, Trump’ın harekete geçmesinin ne kadar şüpheli olduğuna ve bazı bileşenlerinin problemli olduğuna bakılmaksızın, uygulanması gereken kapsamlı bir stratejiyi oluşturmaktadır. Hiçbir şey yapmamanın doğuracağı risk, Ortadoğu’da ABD’nin kendi seçimi olmaksızın, en az elverişli koşullar altında kaçınılmaz olarak sürükleneceği bir savaşa yol açabilir.
İlk olarak Trump, Amerikan askerlerini Suriye’den çekmek yerine, askeri personel sayısını üç katına çıkarmalıdır. Böylelikle üç farklı hedefe ulaşılacaktır: 1) Rusya, İran, Türkiye ve Esad’a ABD’nin burada kalacağı ve çözüm arayışında önemli bir rol oynama niyetinde olduğuna dair net bir mesaj gönderilmesi; 2) Esad’ı, konvansiyonel ya da kimyasal silahlarla sivillere karşı girişileceği herhangi bir kitle saldırısının, hava alanları, hangarlar, silah depoları ve hava savunma sistemleri de dâhil olmak üzere askeri varlıklarının çoğuna karşı, Amerika’nın kendi seçtiği bir yer ve zamanda hızlı bir misillemesine davet çıkaracağı konusunda uyarma; ve 3) IŞİD’in dirilişini önleme ve ABD’nin güvenilirliğini yeniden oluşturularak, hiçbir tarafın ABD’nin ciddiyetini yanlış anlamasına müsaade etmeme.
İkinci olarak, ABD, İran’ı Suriye’de herhangi bir askeri üs kurma peşinde koşmaması konusunda uyarmalı ve sadece Suriye’deki Rus nüfuzunu zayıflatabilecek bir İsrail-İran çatışması çıkarmasını önlemek amacıyla Tahran’a baskı yapması konusunda Rusya’nın desteğini almalıdır. Putin, Suriye’deki iç savaşın tüm ganimetlerini İran ve Türkiye ile paylaşmak istemediği için, muhtemelen destekleyici olacaktır. Bununla birlikte, ABD, Suriye hükümetinin kitlesel katliamına tahammül edilmeyeceği ve Esad’ı dizginlemede hareketsiz kalmasının ABD ve müttefiklerini Rusya’nın hiç istemediği bir şekilde Esad’ı cezalandırmak için zorlayacağı konusunda Rusya’yı uyarmalıdır. Ayrıca, Amerika, Rus Dışişleri Bakanı Sergei Lavrov’un dile getirdiği gibi Esad’a S-300 hava savunma sistemi verilmesi konusunda karar verirse, bunu tehdit olarak algılayacak İsrail’in saldırmaktan çekinmeyeceği ve böylelikle bölgedeki durumun daha da kötüleştireceği konusunu Rusya’ya açıkça ifade etmelidir.
Üçüncü olarak, Türkiye ile ilişkilerde derinleşen gerginliklerden bağımsız olarak, ABD’nin, Suriyeli Kürtlere yönelik saldırıları durdurması ve kuvvetlerini Suriye’den çekmesi konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ısrar etmesi gerekmektedir. ABD, Türkiye’nin Suriye’deki Kürtleri ezmesini engellemeli ve Erdoğan’ı, PKK ile mücadele etme bahanesiyle, YPG (Suriye Kürtlerinin askeri kolu) ile savaşmasının artık tolere edilmeyeceği konusunda uyarmalıdır. Suriye Kürtleri, IŞİD’e karşı en sadık ve güvenilir bir mücadele gücü olmuştur. Onları Suriye’de kalıcı bir mevcudiyet peşinde koşan ve acımasız bir diktatör olan Erdoğan’dan korumak ABD’nin, ahlaki bir yükümlülüğüdür. Türkiye’nin Suriye’deki emelleri onun nüfuzunu bölgeye yaymak için kullandığı daha büyük siyasi İslamlaşma gündeminin bir parçası.
Dördüncü olarak, ABD, en az beş yıl süreyle görev yapacak ve ülke içindeki tüm ana mezhepleri temsil edecek bir geçiş hükümeti kurulmadıkça, Esad’ın Suriye’de tam kontrolü yeniden ele geçirmesini engellemelidir. Böyle bir hükümetin başlangıçta Esad tarafından yönetilmesi gerekecektir, çünkü Rusya ve İran’ın ülkedeki “meşru” varlıklarını sürdürmeleri için Esad’a ve Esad’ın iktidarda kalabilmek için bu iki ülkeye ihtiyacı vardır. Bu konuda ABD’nin yapabileceği çok şey yoktur. Bununla birlikte, çoğunluktaki Sünni nüfus ve Kürtler yeterince temsil edildiği sürece, yeni bir lider (yine Alevi olabilir) seçilmelidir.
Beşinci olarak, ABD, biri Fırat’ın doğusunda, bir diğeri Suriye-Ürdün sınırı boyunca uçuşa yasak bölge kurma fikrini gözden geçirmelidir. Bu tür güvenli bölgeler birçok Suriyeli mültecinin emniyetli bir şekilde geri dönmesini mümkün kılacaktır. ABD ve müttefikleri tarafından uygulanacak uçuşa yasak bölge, Esad’ın hâlâ isyancıların kontrolünde tuttuğu bölgelere saldırmasını engelleyecek ve günlük akıtılan kanın önemli ölçüde azaltılmasına yardımcı olacaktır. Buradaki esas nokta, pozisyonu tehdit edilmediği sürece, Esad’ın işbirliği yapmayı tercih edeceği ve bunun uçuşa yasak bölgenin kurulmasına karşı Rus direnişini de azaltacağıdır. Rusya’nın şu anda savaş yorgunluğu yaşadığını ve ABD’nin katılımını memnuniyetle karşılayabileceğini belirtmek gerekir ki bu da hem Putin hem de Trump’ın istediği ikili ilişkileri geliştirebilir.
Altıncı olarak, Trump hiçbir durumda İran anlaşmasını iptal etmemeli, bunun yerine özellikle sona erme maddesiyle ilgili hükümlerin bazılarını (müttefikleri İngiltere, Fransa ve Almanya ile) yeniden müzakere etmeli ve bunu desteklerini almak için Rusya ve Çin’e sunmalıdır. Aksi takdirde, İran anlaşmasının iptali, şu anda Suriye’de bulunan Amerikan birliklerinin çekilmesiyle birleşince, bir felaketin tarifi olacaktır. Böylesi politikalar, İran’ın nükleer silah programına devam etmesine, Suriye konusunda ayak diretmesine yol açacak ve bölgedeki diğer devletlerin kendi nükleer silah programlarını sürdürmeleri için baskı oluşturacaktır. Bu durum kesinlikle Amerikan ve özellikle İsrail ulusal güvenlik çıkarlarına aykırıdır. Trump, anlaşmanın iptalinin doğuracağı vahim sonuçları idrak etmek için korku tellalı, bencil Netanyahu’yu dinlemek yerine, mevcut anlaşmayı geliştirmek için Fransa Cumhurbaşkanı Macron’u dinlemelidir.
Üstelik, Trump ile Kuzey Kore’nin Başkanı Kim Jong Un’un planlanan zirvesinden yalnızca birkaç hafta önce İran anlaşmasının iptali, ABD’nin güvenilirliğini ciddi biçimde zayıflatacaktır. Bu durum Kuzey Kore liderine, ABD’nin güvenilemeyeceği ve iki taraf arasındaki muhtemel anlaşmayı baltalayabileceği şeklinde açık bir mesaj verecektir.
Yedinci olarak, ABD’nin Suriye’de aktif ve güçlü bir aktör olması için, Suriyeli mültecilere karşı şefkat göstermesi gerekmektedir. Her ne kadar Trump’ın Müslümanların terörist ya da doğası gereği şiddet meyillisi olmadıklarını anlayabilmesi zor olsa da, ABD, ahlaki yükümlülüğünden feragat edemez ve bir parya devleti gibi davranamaz. Trump, ABD’ye çok sayıda Suriyeli mülteciyi kabul etmeli ve Amerika’nın nerede ve ne zaman gerekiyorsa yardım sağladığı geleneksel insani duruşunu yeniden tesis etmelidir.
II. Dünya Savaşı’nın yarattığı dehşetin ardından, “bir daha asla” ifadesi, uluslararası topluluğun hiçbir ülkeye, herhangi bir yerde, herhangi bir zamanda insani zulüm icra etmesine asla izin vermeyeceğini ve böyle bir durumun asla cezasız kalmayacağını ileri sürmek için hazırlanmıştır.
Başkan Obama ve şimdi de Trump, Suriye halkını bir despota ve onun acımasız müttefikleri Rusya ve İran’a terk ederek Amerika’nın küresel lider olarak ahlaki sorumluluğunu göz ardı ettiler. Bu ABD için utanç verici bir durumdur.